İbrahim ALTUNBAŞ
"Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir. Özgür insan ile köle, patrisyen ile pleb, bey ile serf, lonca ustası ile kalfa, tek sözcükle, ezen ile ezilen birbirleriyle sürekli karşı karşıya gelmişler, kesintisiz, kimi zaman üstü örtülü, kimi zaman açık bir savaş, her keresinde ya toplumun tümüyle devrimci bir yeniden kuruluşuyla ya da çatışan sınıfların birlikte mahvolmalarıyla sonuçlanan bir savaş sürdürmüşlerdir."[1]
SOSYAL DEMOKRASİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ
19. yüzyılda Avrupa’da sanayileşme doruk noktasına ulaşıyor ve şirketler de bu sanayileşmeye paralel biçimde zenginleşiyordu. Ne var ki işçiler bu zenginlikten payını alamıyor ve kötü çalışma koşulları altında eziliyordu. Nihayetinde bu koşulların yarattığı olumsuz duruma karşı oluşan tepkiler Avrupa’da dalga dalga yayılarak işçi, öğrenci ve zanaatkârların önderliğinde kitleselleşti ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde ayaklanmalara dönüşerek 1848 Devrimleri’ne neden oldu. Avrupa’da tüm bunlar yaşanırken Marksizm fikirleri de bu ortamda şekillendi ve 1848’in Şubat ayında Alman düşünürü Karl Marx ve Friedrich Engels kaleme aldıkları Komünist Manifesto’da özel mülkiyetin ortadan kaldırılarak sınıfsız ve devletsiz bir toplum inşa edilmesini ve böylece proletaryanın kurtuluşa bu yolla ereceğini beyan etti. 1848 devrimlerini ve Komünist Manifesto’yu, 1864 yılında işçilerin Londra’da kurduğu
Birinci Enternasyonel[2] ve
1871 Paris Komünü[3] takip etti. Dünya, 19. yüzyıl ortalarından itibaren sosyalist hareketlerin güçlü yükselişine tanıklık ediyordu.