10 Ocak 2014 Cuma

Gezi Olayları Özel Röportajları 5 - Yrd. Doç. Dr. Ufuk Uras



“Gezi, bir cümlede özetlemek gerekirse: bir sivil itaatsizlik… Fakat bir süre sonra politik itaatsizliğe döşüyor.”
Gezi parkı olaylarını nasıl tanımlarsınız?

Gezi bir cümlede özetlemek gerekirse: Bir sivil itaatsizlik… Fakat bir süre sonra politik itaatsizliğe döşüyor. Bu olumsuz bir şey mi, değil. Ama o politik itaatsizlik politikanın kendisini ortadan kaldıran bir şeyse olumsuz; politikanın zeminini genişletirse olumlu.

Sizce hangi yönde oldu?

İşte gezide her iki potansiyel de vardı. Bunun tabi özgürlükçü yanını, siyaseti geliştiren yanını savunmak lazım. Diğeri siyasetin kendine berhava eden yanı, tabi kabul edilmez bir şey. Yani gezinin o ikili yanını görerek de meseleye bakmak lazım.

Gezi parkı olaylarının Türkiye’de siyasete nasıl etki edeceğini düşünüyorsunuz?

Yani gezi olayları siyasi partilerin kendini gözden geçirmesi için bir vesile olabilir. Oradan bu kadar kısa sürede ciddi bir siyasi irade çıkması çok zor. Çünkü programatik bir zemin yok, çok parçalı, çok katmanlı bir yapı gezi. Biz geziyi direnişinin ilk adımı olabilecek adımı, yani Taksim yayalaştırma projesi ve oradaki iskan yapımıyla ilgili, bundan iki yıl önce yeşille de başlamıştık. İnsanların dikkatini çekmek için video kayıtlar hazırladık, metro girişlerinde imzalar topladık, eylemler oldu. Elli kişi, altmış kişi... Yani bir türlü kitleselleşemiyordu. Sonra giderek internet yasakları, hayvan hakları vb. konular… Kendiliğinden bir gelişme oldu. 1 Mayıs yasağıyla da birleşince bir patlama oldu. Bu patlamanın özü bir siyasi kibre karşıydı. Yani “Benim hayatıma karışma.”, “Ağacıma karışma”. Şuan yerel seçimlere doğru gidiyoruz. Bunun sonuç verebilmesi için “ağacıma karışma” tepkisinin, gezinin özünün yerel seçimlerde de “adayıma karışma” olması lazım. Bütün adaylar genel merkezlerden, genel başkanlar tarafından atandığına göre Gezi’nin siyasi sonuçları demek ki henüz pek tezahür etmiyor. Kimse “Adayıma karışma kardeşim ben yerel seçimlerde adayımı yerellerden belirleyeceğim.” demiyor. Birde biz yıllar önce de 1999 depreminde, bütün deprem bölgesinde dayanışma ve depremzede gönüllülerini örgütlemiştik. Sonra seçim sonuçlarına baktık en ufak bir değişiklik yok. Yani seçmen dedi ki bunlar iyi çocuklar hoş çocuklar ama ben yine bildiğimi okurum. O açıdan baktığınızda kısa dönemde bir sonuç alınmaması moral bozmamalı uzun dönemde herkesin kendini gözden geçirme vesilesi olabilir.

“Genel olarak ekolojik duyarlılıklar, dünya genelinde bir orta sınıf duyarlılığı gibi görünüyor.”
Peki yeşiller hareketinin buradan herhangi bir çıkarım yapıp bir ivme kazanması söz konusu olabilir mi?

İşte biz bu Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’ni Kasım sonunda kurmuştuk. Birkaç ay sonra da bu olaylarla karşılaştık. Ama Türkiye’deki siyasi sistem biraz ABD’yi andırır biçimde… Yani şimdi bir tarafta Ak Parti, bir tarafta CHP var, işte bir tarafta da BDP var. Bir başka seçenek yaratmak çok kolay değil. Genel olarak ekolojik duyarlılıklar dünya genelinde bir orta sınıf duyarlılığı gibi görünüyor. Yani kimi yazarlara göre, bazı ciddi raporlara göre 2030’da yaşam son bulacak, değil mi? Böyle şeyler yokmuş gibi davranıyoruz. Yani Japonya’daki o büyük patlamadan sonra hiç kimse nükleer santral tercihini gözden geçirmedi. O yüzden buna uzun vadeli bir perspektif olarak bakmak lazım. Ben de ekolojik duyarlılıklarla özgürlükçü siyasetin hemhal olmasının siyaseti zenginleştireceğini düşünüyorum.

Siz de sosyal medyayı kullanıyorsunuz…

Bela! (gülüyor)

Bütün yeni toplumsal hareketlerde çok aktif kullanılıyor. Bir de bunun üzerinden, doğrudan demokrasi kavramına çok katkısı olacağı yönünde iyimser yorumlar var, hatta tamamen dönüştüreceğine varan. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Ben de o kanaatteyim. Yani bu dijital devrim dediğimiz şey müthiş bir olay. Bizim açımızdan en radikal siyaset doğrudan demokrasidir, değil mi? İşte dijital devrim bunun imkanlarını sağlıyor ve Seattle’dan beri bütün küreselleşme karşıtı hareketler asıl bu sosyal ortamda yan yana gelip adımlar atıyor. Burada kritik olan şey; artık bilgi tekelini korumak mümkün değil. İşte Roboski oldu. Ana akım medya görmezlikten geldi ama bir saat içinde sosyal medya deşifre etti. Arap Baharı’nda, Mısır’da diktatörlüğün ilk yaptığı iş Twitter’ı yasaklamak oldu. Sonra dediler ki: “Biz aslında bunu niye yasaklıyoruz? Twitter biraz insanları evde de tutuyor.” Yani sizi bir anlamda eve de hapsediyor, asosyal de yapıyor ama diğer yandan -ben kendi çocuğumdan biliyorum- Aborjinlerin hayatlarıyla ilgili bütün detayları da oradan öğrenebiliyorsun, komşunda ne olduğunu bilmesen bile. Yani ikili bir yanı var. Çok pozitif yanları da olacaktır. Siyasetin bütün o hantal yapısını değiştirecektir. Ama diğer yandan hakikaten bizi biraz sanal bir aleme de hapsediyor. Yani twitter solculuğu diye de bir şey var mesela atıp tutuyorlar. Ama aktüel hayatı değiştirme konusunda o kadar mail olmayabiliyor, Twitter cengaverleri.

“Hayatı dönüştüreceksek, hayattan beslenerek ve o zihni yapıları görerek meseleye bakmak lazım.”
Biraz önce de bahsetmiştiniz yerel seçimlerde de “adayıma karışma” gibi bir şey olmalı diye. Siz peki partilerin bundan çıkarımlar yapıp, bu süreçten etkilenip yerel seçimlerde bazı değişiklikler yapacağını düşünüyor musunuz?

Yani biz düşünmediğimiz için zaten HDP içerisinde bir üçüncü seçenek olmaya çalışıyoruz. Biz HDP’yi bunun için anlamlı buluyoruz. Adalet ve Kalkınma Partisi zihniyeti karşısında İttihat ve Terakki geleneğine dayanan CHP zihniyeti, aslında Adalet ve Kalkınma Partisi’ne hayat öpücüğü veriyor, yanlış yaklaşımıyla. Birbirini besliyorlar. En son andımız meselesinde ya da Balyoz Davası meselesinde alınan tutumlar o kadar geri ki bu Ak Parti’yi geniş kitleler gözünde çok daha hayırhah kılıyor. O yüzden gerçek bir muhalefet, var olan bu yapılar içinden çıkmayacağı için biz HDK ve HDP politikalarını önemsiyoruz ve ana muhalefetin hemen bu yerel seçimlerden sonra HDP olacağı kanaatindeyim.

Son yıllarda Amerika’dan Ortadoğu’ya farklı farklı coğrafyalarda birçok toplumsal hareket oldu ama çoğundaki eylemlilik hali çabuk parladı ve çabuk söndü. Bu konuyu ideolojik uyuşmazlık ve “İdeolojilerin sonu mu?” tartışmaları üzerinden nasıl değerlendirirsiniz?

Ben “İdeolojilerin sonu mu?” diye bir kitap yazmıştım. İdeolojilerin sonu, Marksizm’in sonu yani “Marksizm’in sonu mu?” meselesiydi aslında. Hayır, farklı bir Marksizm, özgürlükçü bir Marksizm okuması mümkün şeklinde yanıt vermiştik. Sovyetik bir solculuğun tabi ki bir karşılığı yok ama 21. Yüzyıl sol ve siyaseti daha demokratik daha özgürlükçü olmalı diye siyasetin kendini yenilemesi gerektiğinin altını çizdik. Bize göre siyasette kendisiyle yetinenlerle kendisini yenileyenler solda da sağda da ayrışıyor. Doktrinden beslenenlerle hayattan beslenenler de ayrışıyor. Hayatı dönüştüreceksek hayattan beslenerek ve o zihni yapıları görerek meseleye bakmak lazım. O yüzden konu “İdeolojilerin sonu mu?” konusu değil. Bütün küreselleşme karşıtı hareketlerde bizim gördüğümüz ki Avrupa ve dünya sosyal formlarının da aktif katılımcısı olduğumuz için biliyoruz; bunun bir merkezi karargahı yok. Yani bir eylem yapıyorsun, buluşuyorsun, e bir sonraki adım ne olacak? Kapitalizmin kendine göre bir yol haritası var, planları var. Açmaz, biraz küresel eksende koordinatlarımızı belirleyecek bir yapılanmamız olmamasında. Belki ona yeni bir enternasyonalizm mi diyeceğiz? Henüz bu formatlanmış değil. Bir de açıkçası bizim en büyük zaafımız; tamam, neoliberalizm yanlış, bürokratik devletçi model de yanlış. Peki doğru olan ne? Yani kaynakların yeniden paylaşımı için piyasa çözüm değilse bürokrasi çözüm değilse “çözüm ne?” sorusunda henüz ikna edici bir karşı hegemonya oluşturamadık. Bize göre çözüm siyasi demokrasiden ekonomik demokrasiye de geçmek. Temsili demokrasiden doğrudan demokrasiye geçmek… Ama buna ikna edici örneklendirmeler lazım. Mesela emperyalizm kavramı… “Ben emperyalizme karşıyım.” demek bir şey ifade etmiyor. Bunun turizm sektöründe izdüşümü ne? Bilişim sektöründe izdüşümü ne? Burada somut bir şey söyleyemiyorsan, ajitatif laflar. Ama yurttaş nezdinde bunun somutlanması gibi bir ev ödevimiz var aslında hala, çalışmamız gereken. Burada da bir ortak akla ihtiyacımız var. O eski usul solculukta olduğu gibi bir takım öncüler her şeyi biliyor ve topluma anlatıyor gibi bir şey de yok. Mesela bakıyorsunuz, çoğu siyasi kadrodan çok daha sağduyu sahibi ortalama seçmen. Seçmen tercihleri de zaten bunu gösteriyor. Yani seçmen tercihlerini Adalet ve Kalkınma Partisi önlerde diye halkı cahillikle suçlamak yerine; biz niye halkı ikna edemiyoruz, nerede yanlış yapıyoruz diye kendimizi eleştirmemiz ve kendimizi yenilememiz gerekiyor. Bunu yapamadığımız için Türkiye’deki bu dikensiz gül bahçesi fotoğrafı değişmiyor.

Değerli vaktinizi ayırdığınız için teşekkürler. 10.10.2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder