4 Eylül 2014 Perşembe

CHP'nin Sosyal Demokrasi Arayışı

 İbrahim ALTUNBAŞ

"Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir. Özgür insan ile köle, patrisyen ile pleb, bey ile serf, lonca ustası ile kalfa, tek sözcükle, ezen ile ezilen birbirleriyle sürekli karşı karşıya gelmişler, kesintisiz, kimi zaman üstü örtülü, kimi zaman açık bir savaş, her keresinde ya toplumun tümüyle devrimci bir yeniden kuruluşuyla ya da çatışan sınıfların birlikte mahvolmalarıyla sonuçlanan bir savaş sürdürmüşlerdir."[1]

SOSYAL DEMOKRASİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ

19. yüzyılda Avrupa’da sanayileşme doruk noktasına ulaşıyor ve şirketler de bu sanayileşmeye paralel biçimde zenginleşiyordu. Ne var ki işçiler bu zenginlikten payını alamıyor ve kötü çalışma koşulları altında eziliyordu. Nihayetinde bu koşulların yarattığı olumsuz duruma karşı oluşan tepkiler Avrupa’da dalga dalga yayılarak işçi, öğrenci ve zanaatkârların önderliğinde kitleselleşti ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde ayaklanmalara dönüşerek 1848 Devrimleri’ne neden oldu. Avrupa’da tüm bunlar yaşanırken Marksizm fikirleri de bu ortamda şekillendi ve 1848’in Şubat ayında Alman düşünürü Karl Marx ve Friedrich Engels kaleme aldıkları Komünist Manifesto’da özel mülkiyetin ortadan kaldırılarak sınıfsız ve devletsiz bir toplum inşa edilmesini ve böylece proletaryanın kurtuluşa bu yolla ereceğini beyan etti. 1848 devrimlerini ve Komünist Manifesto’yu, 1864 yılında işçilerin Londra’da kurduğu Birinci Enternasyonel[2] ve 1871 Paris Komünü[3] takip etti. Dünya, 19. yüzyıl ortalarından itibaren sosyalist hareketlerin güçlü yükselişine tanıklık ediyordu.

Anarşizm ve Şiddet

Fatih KOÇAKLI*

Anarşizm, kelime anlamı olarak yöneticisizlik demektir. Anarşist sistemde her türlü yönetim biçiminin bertaraf edilmesi amaçlanmaktadır. Anarşist politik felsefede bireylerin birbiriyle eşitlenmesi ve özgürce bir işbirliği içinde bir toplum yaratılması esas alınmaktadır. Özel mülkiyet üretim araçlarını toplumsallaştırmayı amaçlaması da anarşizmin kaynağını sosyalist düşünceden aldığını bizlere gösteriyor. Sermaye ve yönetim gücüne devletin müdahale etkisini sıfırlamak en büyük amaçtır diyebiliriz.Mutlak diktayı bir şekilde kabul eden toplumun büyük bir kesimi anarşizm düşüncesini yanlış anlamıştır. Anarşizmin tartışmalarda şiddeti teşvik ettiği söylense de işin aslı öyle değil. Mevcut tahakküm sistemlerinden çıkarı olan bireylerin anarşiyi yıkıcılık olarak görmesi doğaldır. Kapitalist düzene göre yaşamaya çalışan toplumların büyük bir kesimi, çıkarlarına ters düşen görüşleri ötelediği gibi anarşizmi de fikirsel dünyasından uzaklaştırmaktadır.

31 Ağustos 2014 Pazar

Toplumsal Narsizm'in Nesnesi Olarak Etnisite Üzerine Kısa Bir Değerlendirme

Halil İbrahim BİNİCİ

Milliyetçilik bir çocukluk hastalığıdır. O insanlığın kızamığıdır.

Albert Einstein, Mektup (1921)

Ekho ve Narkissos
Freud’un en verimli ve kapsamlı keşiflerinden biri olan narsisizm kavramı sevgi, iğdiş edilme korkusu, kıskançlık, sadizm gibi belirgin olguları açıklamakla birlikte, bastırılan sınıfların yöneticilere sadık kalmaya gönüllü olmaları gibi kitle olgularının açıklanması içinde kullanılmaktadır.[1]

Freud’un Yunan Mitolojisi’nden yararlanarak türettiği narsisizm kavramı, mitos kahramanının – Narkissos- bilinçaltını yansıtmaktadır:

29 Ağustos 2014 Cuma

'Ben hasta bir adamım…Gösterişsiz, içi hınçla dolu bir adamım ben.'

Eren AKPINAR 

'Tüm yaşamımı pamuk ipliğine bağlar gibi tek bir sözcüğe bağlamamdan daha ciddi ne olabilir?' (Budala - syf.213)

Jülyen takvimine göre 11 Kasım'da bir bebek doğmuştur Moskova'da. Çocukluğunu sarhoş bir baba ve hasta bir anneyle geçiren, babasının doktoru olduğu hastaların hikayelerini dinlemeyi seven, sert disipliniyle tanınan Petersburg Mühendis Okulu'nda öğrenim gören, sinirli ve aşırı duyarlı bir yapıya sahip olduğu için arkadaşları tarafından 'Ateş Fedya' diye çağrılan, daha sonra babasının vefatı üzerine bu ölümü arzuladığı düşüncesi sebebiyle depresyona giren, sara nöbetlerinden ilkini bu evrede yaşayan, tüm bu süreçlerde bolca okuyan bir genç adam.

14 Ağustos 2014 Perşembe

Kolektif Bilincin Gölgesinde Politika Yapmak

İbrahim ALTUNBAŞ
“bilinç böyle korkak ediyor hepimizi: 
düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor 
yürekten gelenin doğal rengini. 
ve nice büyük, yiğitçe atılışlar 
yollarını değiştirip bu yüzden, 
bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar.”
Hamlet, William Shakespeare

Bilinç kavramı her ne kadar psikolojik olguları ifade etmek için kullanılsa da bilincin sosyolojik bir boyutu da söz konusudur ve genellikle bu durum göz ardı edilir. Her toplumun kolektif bir bilinci vardır ve kimliğini bu bilinç ekseninde şekillendirir. Kolektif bilinç kavramını ilk kez Durkheim geliştirmiş ve bu kavramı Toplumsal İşbölümü adlı eserinde şu şekilde ifade etmiştir:

Aynı toplumun ortalama yurttaşlarının ortak inançlar ve duygular bütünü, kendine ait bir hayata sahip özel bir sistem oluşturur; bu sistem kolektif veya ortak bilinç olarak adlandırılabilir… Nitekim o, sadece özel bilinçler sayesinde algılansa bile, ondan tamamen farklı bir şeydir. (Durkheim, 1983)

13 Ağustos 2014 Çarşamba

Suriye'ye Geçen Yüzyıldan Bakış

Ersel KORUK

Geçtiğimiz son yüzyıl Ortadoğu’yu baştan aşağı değiştirmiş, istikrarsız bir yapı getirmiş, savaşlar ölümler düzeni içerisine sokmuştur. Yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları olan bu coğrafya 1. Dünya Savaşı’nın ardından bölünmüş birçok yeni devlet oluşmuştur. Devamında iki büyük dünya savaşı arasındaki dönem ise bölge ülkeleri için manda yönetimi dönemini temsil etmiştir. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra bölge ülkeleri birer birer bağımsız olmuşlar; ancak birçok sorunla da yüzleşmek durumunda kalmışlardır. Yaklaşık yüzyıllık bir sürenin ardından bölge bu kez Arap Baharı -Aralık 2010’da Tunus’ta başlayıp bölge ülkelerine yayılan devrim dalgası- ile çalkalanmaktadır. Bu devrim dalgasının etkilediği ülkelerden biri de Suriye oldu. Suriye’de iktidar düşmedi, ancak devam eden bir iç savaş söz konusu. Suriye’deki süreci incelemek, iyice anlamak için geçtiğimiz yüzyılın incelenmesi, iyice anlaşılması gerekiyor.

Çağdaşlaşma ve Tanzimat'ın Çağdaşlaşma Algısı

Miray KARADENİZ

16.yüz yıldan günümüze kadar gelinen süreçte teknolojik, toplumsal, iktisadi ve politik anlamda medeniyetler arasından en gelişmiş olanının -Avrupa- niteliklerini ifade eden kavrama çağdaşlık denir. Farklı medeniyetlerin sözü edilen alanlarda ehlileşmek için gösterdikleri faaliyetler de çağdaşlaşmayı ifade eder. Batılılaşma, sanayileşme, modernleşme, avnıpaltlaşma sözcükleri de çağdaşlaşmanın yerine kullanılır. Bunun yanı sıra bazı düşünürler modernleşme ve çağdaşlaşmayı iki farklı kavram olarak ele alırlar. Onlara göre modernleşme insanı ve toplumu kendi benliğinden uzaklaştırıp suni koşullanmalara dönüştürmek üzere bir projeyken; çağdaşlaşma insanı yeniliklerle donatan bir süreçtir. Modernleşme bir dayatmaysa, dayanakları Avrupa medeniyeti içerisinde gelişen kavramlardadır. Bu kavramlarda Avrupa medeniyetini çağdaş kılan etkenler olduğundan modernleşme ve çağdaşlaşma kavramlarını farklı olarak ele almak gereksizdir.

12 Ağustos 2014 Salı

Anarşizm ve Tolstoy

Halil İbrahim BİNİCİ

“Benim vicdanım bana aittir, benim adaletim bana aittir ve özgürlüğüm bağımsız bir özgürlüktür.”  Pierre Joseph Proudhon

Anarşizm ve Kısa Tarihi

Felsefi bir akım ve ideoloji olarak baktığımızda herhangi bir siyasal otoritenin varlığını kabul etmeyerek bireyin özgürlüğünün baskı altına alınmamasını savunan Anarşizm, insanların kendi kendilerini yönetme talebinde bulundukları yerlerde biçimlenmeye başlamıştır. Anarşizm,Sanayi Devriminin gerçekleşmesi sonucu emeğin sömürülmesi, siyasal iktidarların ve toplumun burjuvalaşması, sosyo-ekonomik eşitsizliklerin artması, liberal fikirlerin ekonomik hayatın her alanında daha fazla görülmesi ve etkisinin günden güne arttırmasından kaynaklanan tahakküm ilişkilerine bir tepki olarak doğmuştur.[1] Böylece Anarşizm hem devleti hem de sermayeyi yıkmak gibi ikili bir meydan okuma özelliği kazanmıştır.[2]

Niccolo Machiavelli ve Eleştirileri

Onur ASLAN

Machiavelli, 3 Mayıs 1469’da İtalya’nın Floransa kentinde dünyaya gelmiştir. Adının duyulduğu 1498 yılına kadar hakkında çok bilgi olmayan Machiavelli’nin Latin ve Yunan Edebiyatı öğrendiği ve babasından hukuk dersi aldığı bilinmektedir. Daha çok kendi kendini yetiştiren biri olarak tanımlanır. İtalyan Rönesans hareketinin en önemli düşünürü olarak gösterilen Machiavelli tarih ve politika biliminin kurucusu olarak görülür. Aynı zamanda askeri stratejist, şair ve oyun yazarıdır.

O dönem Venedik Cumhuriyeti, Milano Dükalığı, Floransa Cumhuriyeti, Napoli Krallığı ve Roma Papalık Devleti olmak üzere beş parçadan oluşan İtalya, hem papalığın yükseliş çabalarının sarsıcı etkisine hem de Fransa ve İspanya’nın toprak tacizlerine maruz kalıyordu. Bu beş parçadan Floransa Cumhuriyeti’nin çeşitli devlet görevlerinde çalışarak Onlar Kurulu[1] sekreterliğine kadar yükselen Machiavelli, Medici[2] ailesinin Cumhuriyeti yıkmasıyla birlikte ağır cezalar ve işkencelerden sonra sürgün edildi. İşsiz kalıp, çiftliğine çekilen Machiavelli’nin büyük tartışmalar yaratan düşünceleri ve eserleri bu sürgünle gün yüzüne çıkmaya başladı. O dönem devletin resmi işlerinden uzak tutulan Machiavelli, yazarak hizmet etmeye devam etmek istiyordu. Çiftliğinde kaleme aldığı “Söylevler” ve “Prens”(en çok okunanı budur) kitapları ona yöneltilen eleştirilerde baş kaynak olarak kullanılmıştır.

Blade Runner: Yaratılışa anlam kazandırma ve varlığı kabullendirme çabası üzerine bir film

Özgenur Aktan 

Dünya dışındaki gezegenlerin incelenmesinde robotların kullanılması fikri geniş bir taraftar toplamış ve böylece 21.yüzyılın Los Angelas’ındaki robot arzı -ciddi bir rekabete ulaşmaya artık pek yakın boyutlarda- artmıştır. Çünkü gezegenlerin, insanlığın çıkarları için kullanılabilecek yönlerinin ortaya çıkarılması sürecinde, insanlar yerine robotları ileri sürmenin uzun vadede daha az maliyet taşıyacağı düşünülmektedir. 

Mottosu “İnsandan daha insan” olan Tyrell Şirketi ise robot üretimini hem niteliksel hem de niceliksel olarak öyle ileri bir seviyeye taşımıştır ki zihinlerde bağdaşık bir cins olarak algılanan, Replicant-Kopya adı verilmiş robotları herhangi bir insandan ayırabilmek giderek güç bir hal almıştır.

12 Temmuz 2014 Cumartesi

İstihbarat Teorisi ve Psikolojik Savaş

Merve Nur BAYRAKTAR

İstihbarat sözcüğü, haber kelimesi ile aynı kökten gelmektedir. Mota mot bir çeviri düşünülürse ‘haberlerin ulaştırılması’ anlamını taşır. Siyasi literatürde ise yine bu bağlamda fakat çok daha kapsamlı manaları vardır. Bu konuda çalışan bilim insanlarının pek çoğu bu sözcüğü kendi açılarından tanımlamışlardır. Bu tanımlardan birkaçını sıralayarak istihbarat kavramının ne’liğine hakim olmak mümkündür.

Temel olarak yüzeysel bir tanım yapmak gerekirse “İstihbarat, her türlü politik, ekonomik, sosyal ve askeri olayı anlamayı ve gelişmeleri öngörmeyi amaçlayan evrensel bir sosyal bilimdir.”[1] denebilir.

21 Haziran 2014 Cumartesi

Soma Maden Faciası Röportajı - Yrd. Doç. Dr. Faruk TAŞÇI

Miray KARADENİZ - Ersel KORUK
“Ahlâklı insanlar yetiştiremezsek, sorunlar çözülemez.”

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde görev yapmakta olan Yrd. Doç. Dr. Faruk Taşçı ile Soma'da meydana gelen maden faciası üzerine röportaj gerçekleştirdik. Verimli olduğunu düşündüğümüz bu röportajda son Soma faciasında tekrar gündeme gelen iş güvenliği, uluslararası anlaşmalar, işçi hakları gibi konularda sohbet ettik. Farklı bir bakış açısı yakalama bakımından faydalı olacağı inancındayız.

Türkiye'deki kanun ve yönetmelikler çalışma hayatını düzenleyecek yeterlilikte midir?

Bizim zihniyet olarak şöyle bir problemimiz var, sadece Türkiye için değil genel olarak da dünyadaki problem şu: Bir kanun ortaya konulduğu zaman, o kanun ortaya konulduğu konu neyse hemen çözülecek diye bekleriz. Hâlbuki burada bir şeyi es geçiyoruz. Bu kanun uygulayıcısı hem denetleme anlamında hem de bunun ilgili olduğu sahada kim varsa, işçi dediğimiz ve işveren dediğimiz kesim, onların uygulamadaki insan olmaları, insanın doğasından kaynaklı olumlu ve olumsuz yönlerini dikkate almıyoruz. Dolayısıyla kanun meselesinde “şu madde şöyle iyileştirilsin” desem on sene sonra veya iki sene sonra o iyileşmiş maddeye bile çözüm bulamayacağız. Çünkü muhatap olduğumuz aynı insanlar.

29 Mayıs 2014 Perşembe

Benim Adayım ''Yalçıntaş''

Hasan MISIR

Minerva dergisinin geçen sayısındaki yazımı; 30 Mart Yerel Seçimleriyle, demokrasimizin seçimsel demokrasi modundan kurtularak, özgürlükçü ileri demokrasi ligine terfi etmesini temenni ederek bitirmiştim…

Merkezi Washington’ da olan ve dünya üzerinde 120 şubesi bulunan, demokrasi derecelendirme kuruluşu Hürriyetler Evi’nin ( Freedom House) bir önceki raporunda Türkiye “ kısmen özgür “ ülke konumunda iken, yayınlanan son raporda 100 üzerinden 64 kötü puanla ne yazık ki “ özgür olmayan ülkeler “ sınıfına geriledi. Bu durumun AKP hükümetinde rahatsızlığa yol açması doğal olmakla beraber; alınganlığa kapılıp hemen karşı taarruza geçilmesi, içerde kolaycılıkla izah edilebilse dahi, dışarıda bize hiçbir şey kazandırmayacaktır. Televizyon yokken, Avrupalı rakiplerimizle yapılan spor müsabakalarını radyodan dinler ve spikerle birlikte, yabancı hakemlerin bize karşı nasıl taraflı davrandıklarına hayıflanır dururduk. TV denen kutu kralın çıplak olduğunu gösterince, bu sektörden nemalanan kitle, zorunlu olarak lafa değil spora yatırım yapmanın normatif yolarına yöneldi…Darısı siyasetimizin başına derken; bu noktada ülkemizde esas itibariyle iktidar kadar muhalefetin ve sivil toplum örgütlerinin de birey veya toplu olarak bireylerce sorgulanması gerektiğini vurgulamak isterim.

21 Mayıs 2014 Çarşamba

Ohal'deyken Soma Ordaydım

Esma ERDAL

(14.05.14) Şu anda yapılacak en iyi şey gidip Soma'ya bürünüp kömür karasına bir ananın feryadında hıçkıra hıçkıra ağlamak; arınmak adına fayda vermeyen tüm düşüncelerden... Sonra sarılıp babasız kalmış bir yavruya yalnız olmadığını için için haykırmak ama unutmamak o yavruyu bir daha asla. Sonra tutup bir bacının elinden dik dur senin sabrın büyütecek bu yavruyu deyip güç vermek ona. Ağlamak yetmez nihayetinde açıp semaya elleri, analara, eşlere, çocuklara sabır; ölenlere ise rahmet dilemek gerek.

Böyle yazmıştım acılı haberleri an be an televizyondan izlerken. Yürek dayanmıyordu olanlara. Ekrandan gördüklerim gerçekti ve çok acıydı. Olay yeterince karmaşıktı neydi, nasıl olmuştu ne olacaktı bundan sonra vs. Sonra sokaklar karışmaya başladı, eylemler yapıldı hatta Soma’da bile. Evet, bile diyorum ve birazdan yazacağım sebebini. Bunlar olurken ben de bir şeyler yapmak istiyordum, gitmeliyim diye düşündüm. Elimden ne gelirdi bilmiyordum ama orada olmak istiyordum. Sadece bir köşede öylece ağlayacak olsam da... Benimle aynı hissiyatta olan arkadaşlarımla kararlaştırdık gidecektik. Sonra üniversiteden bir kaç öğrencinin bir otobüs ayarladığını Soma’ya gideceklerini öğrenince onlara dahil olduk. Kimlerdi necilerdi bilmeden. Tek bilinen şey ortak bir istek vardı hepimizde ve ortak bir acı. Cumartesi gecesi İstanbul’dan yola çıktık. 3-4 saat sonra çevirme vardı, kimlik kontrolü yapıldı (varan 1 dedik içimizden). Otobüsün ön camında ‘Soma’ yazısıydı sanırım sebep.

25 Nisan 2014 Cuma

İçimizdeki İnsan

Mine Yişil

Meşguliyetim eğilip 'bana' fısıldadığım kelimelere aşina, akşamlar kendini ikinci el Beyoğlu'ndan alınma bavullara doldurmuş giderken. Bir el dokundu sanki yukarının rahmetinden inip gelen ve kendime açıldı tüm düğmeler. Faili meçhullerle kapamak isterdim bu davayı ama olmadı faili ben iken. Kendi kendimi yargılamak yüce sıfatlarıyla dolu bir mahkemede. İfşa ediyorum şimdilerde sıkışmış bu saniyelere, kaloriferden gelen ama yetmeyen sıcaklıklar eşliğinde kendimi mahkemeye. Boşluklara mâl etmek her ne ise işte! Üst satırlarında kendine eğilmiş alt satırlarda kendini bitirmiş orta çağ mensubu sıradan bir skolastik mensubu bir kalemle, düşle, düşünceyle... Sonsuz noktalar bi hayat, anlamadan, bilmeden yitip geçmiş. Sanki bir anne; kucağında bir evlat yitmiş. Geçmişi öylesine yitmiş bir fani.

5 Nisan 2014 Cumartesi

Muhafazakar Özgürlük: Türban

Halil İbrahim EKİZCE

Akp seçmenini cahil, aptal, koyun olmakla suçlayıp kendini hak ve özgürlükler savunucusu olduğunu iddia etmek aptallığın ta kendisi. Bir çuval kömüre oy vermekten daha sağlam siyasal bir duruş var perde arkasında; özgürlük.

Yıllardır şu ya da bu şekilde aşağılanan, hor görülen, ayrıştırılan, hastaneye tedavi olmaya dahi alınmayan türbanlı kadına; laiklik elden gidiyor korkusuyla hayatını anlamlandırdığı türbana alt tarafı bir bez parçası diyerek kamuda çalışmasına engel olmak; sizi türbanın kullanılmasını serbest bırakan bir partinin altında bırakıyor. Türban erkek egemen toplumların kadınlara dayatması, kalıplaştırması, tek tipleştirmesi safsatası, kadınların türbanı serbestçe takabilmesi duruşuna karşı kendini laiklik savaşçısı gören bazı yazarların en temel argümanı. Kaçırdıkları nokta ise şu; kadınlar buna karar verebilecek kadar rasyonel. Nasıl mı? Anlatayım.

8 Mart 2014 Cumartesi

İktidar ya da Başkaldırı

Fahri Danış

Kurumsallaşmış başkaldırı, anti-sürü yaratmaktan başka bir işe yaramaz. Bu; modernitenin bir işlevi. İktidar, başkaldırı şartlarını kendisi koyandır. Başkaldırıyı kontrol edendir. Foucault'cu bir akıl yürütmeden hareketle, bilgi = iktidar gerçekliğini göz önünde bulundurursak, toplumda iktidarın şartlarını koymadığı herhangi bir araç bulunamaz. Buna kendisinin antitezi olarak başkaldırı da dahil.

Oyunun kurallarını koyandır yani iktidar. Oyunun nasıl oynanacağını, nasıl yaşanacağını, nasıl bilineceğini ve hatta nasıl kendisine karşı çıkılacağını belirleyendir. İktidarı böyle kavramaya çalışmak önemli çünkü insanın, en azından birçoğunun, kendisini modern dünya içerisinde bir yere koyamamasının başlıca nedenlerinden biri bu. İktidarın belirlediği sınırlardan ufak bir cayma demek toplum tarafından belirli etiketlerle nitelenmek demek. Yine Foucault'ca okursak; toplum içerisinde hapishane, cinsellik bu tarz toplumsal yaftalanmaların merkezini oluşturuyor. En basitinden, kendi zamanında Sokrates'e deli diyorlardı; şimdi üniversite üçüncü sınıfta hala adamı okutuyorlar.

26 Şubat 2014 Çarşamba

Siyasi Sistem Eleştirisi Olarak ‘‘Animal Farm’’


 Uğur OVACIKLI
''Hiç bir insan tek başına bir ada değildir; herkes Kıta'nın bir kısmı ve ana karanın bir parçasıdır''.[1] John Donne

Yukarıdaki sözüyle topluluğun önemine vurgu yapan John Donne gibi, -önder damuz olan- Yaşlı Binbaşı da Hayvan Çiftliği'nin kurallarını açıklarken, hayvanların da çiftlikte tek vücut ve çiftliğin önemli bir parçası olmasından bahsetmektedir. George Orwell'ın, insanoğlunun zulmüne karşı başkaldıran hayvanların devrimini ve sonraki süreçte devrimin körelmesini anlatan bu film, 1917 yılında Lenin önderliğinde ateşlenen Rus Devrimi'ne atfedilen alegorik eserdir. Rus Devrimi, V.Lenin'in 1924 yılında ölmesinden sonra başa gelen Stalin ile birlikte diktatörlüğe evrilmiştir. Hayvan Çiftliğinde ise Napoleon adlı domuzun iktidarı ele geçirmesiyle birlikte, çiftlik yaşanılmaz hale bürünmüştür.

21 Şubat 2014 Cuma

Gezi Olayları Özel Röportajları 8 - Yrd. Doç. Dr. Ahmet Emre Ateş


“Gezi olaylarının başkalaşım noktası yeni bir kuşak dinamiğinin net biçimde ortaya çıkışıdır.”
Gezi olaylarının Türkiye’nin demokrasi tarihi için, bir kırılma, bir başlangıç olduğu ya da en azından siyasi ve toplumsal hayatta kalıcı etkiler bırakacağı görüşlerine katılır mısınız?

Siyasi ve toplumsal olaylarda kopuş veya devamlılık aramak yerine doğru olan başkalaşımı fark edebilmektir. Önemli olan süreklilik veya süreksizlik değildir. Gezi olaylarının başkalaşım noktası yeni bir kuşak dinamiğinin net biçimde ortaya çıkışıdır. Söz konusu kuşak dijital yerlilerdir. Gezi olaylarının sorunsalı, bilgisayar veya internet üzerinden kendini tanımlayan ve tamamlayan bir neslin, kendini kamusal alanda göstermesidir.

23 Ocak 2014 Perşembe

Gezi Olayları Özel Röportajları 7 - Yrd. Doç. Dr. İrfan Çiftçi











Gezi olaylarının Türk Siyasal yaşamı içerisinde önemli bir kırılma noktası olduğu görüşüne katılıyor musunuz?

Gezi olaylarının çok yakın dönem içinde bir kırılma noktası değil ama önemli bir nokta olduğunu düşünüyorum. Çünkü gezi olaylarında olan şey aslında daha önce de yakın tarihimizde olan başka şeylere biraz benziyor. Mesela Uğur Mumcu’nun öldürülmesi sonrasında ortaya çıkan tepkilere benziyor. Onun için gezi olaylarının bir kırılma, bir milat olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. Dikkate değer bir durum, fakat üstünden geçilecek, kapanacak bir şey olduğunu düşünüyorum. Yani Sivas olaylarından daha kalıcı etkisi olmayacak.

21 Ocak 2014 Salı

Gezi Olayları Özel Röportajları 6 - Yrd. Doç. Dr. Edip Asaf Bekaroğlu


“Gezi olaylarındaki kutuplaşma Türkiye’deki geleneksel kimlik siyasetinin fay hatlarına denk düştü. Hatta toplumda bu fay hatları paralelindeki kutuplaşmayı sıkılaştırdı, sertleştirdi. Oysa Türkiye’nin emek, sosyal haklar, iş güvencesi, taşeronluk gibi konularda kutuplaşmaya ihtiyacı var.”
Gezi olaylarının Türkiye’nin demokrasi tarihi için, bir kırılma, bir başlangıç olduğu ya da en azından siyasi ve toplumsal hayatta kalıcı etkiler bırakacağı görüşlerine katılır mısınız?

10 Ocak 2014 Cuma

Gezi Olayları Özel Röportajları 5 - Yrd. Doç. Dr. Ufuk Uras



“Gezi, bir cümlede özetlemek gerekirse: bir sivil itaatsizlik… Fakat bir süre sonra politik itaatsizliğe döşüyor.”
Gezi parkı olaylarını nasıl tanımlarsınız?

Gezi bir cümlede özetlemek gerekirse: Bir sivil itaatsizlik… Fakat bir süre sonra politik itaatsizliğe döşüyor. Bu olumsuz bir şey mi, değil. Ama o politik itaatsizlik politikanın kendisini ortadan kaldıran bir şeyse olumsuz; politikanın zeminini genişletirse olumlu.

3 Ocak 2014 Cuma

Gezi Olayları Özel Röportajları 4 - Doç. Dr. Namık Sinan Turan

























“İstanbul için ‘Burj El Arab’ tarzı bir marka yaratmaya, İstanbul’dan bir Manhattan yaratmaya gerek yok. İstanbul zaten bir dünya markası.”
Kentsel dönüşüm sektörünün ve kentlerdeki modernleşme hamlelerinin kültürel, sosyal ve siyasi geçmişi olan yapıları üzerindeki tahribatını nasıl yorumlarsınız? Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?