23 Mayıs 2013 Perşembe

Prof. Dr. Aslı Tunç ile İnternet ve Medya Üzerine Söyleşi

Özgür Can ARAZ

İnternet gün geçtikçe hayatımızdaki yerini daha   da perçinliyor. İnsanların dönüşümlerine de tanık ve hatta müdahil konumda. Sosyal medya yüz milyonlarca insanın katılımıyla bir anlamda alternatif bir dünya kurgulamış durumda ve daha da önemlisi bu dünya fiziksel olarak var olduğumuz dünyadaki pek çok şeyin yerinden oynamasında etken hale gelmiş görünüyor. Siyasetten sosyal yaşama, örgütlenmeden öğrenme biçimlerine kadar tüm eylemlerimizin şekilleri de bu dönüşümden nasibini alıyor. Bireylerin haber alma ve ifadelerini ortaya koyma biçimleri değişiyor; yeni bir medya, yeni bir hareket alanı gelişti ve gelişiyor. Bu süreç heyecan uyandırdığı gibi yeni soruları da beraberinde getiriyor. Bu soruları –en azından küçük bir kısmını- yöneltmek ve aldığım cevapları sizinle de paylaşmak için bir bilene danıştım. Kendisiyle söyleşi yapmamı kabul edip beni Santral Kampüsü’nde ağırlayan Bilgi Üniversitesi öğretim görevlisi Prof. Dr. Aslı Tunç ülkemizdeki ve dünyadaki pek çok gelişme ışığında görüşlerini dergimizle paylaştı.

 “İNTERNET HER ANLAMDA PARADİGMA KAYMASINA YOL AÇTI.”

Küreselleşme yeni bir kavram değil, küreselleşmeyi yaratan, son yüzyıldaki teknolojik gelişmeler olmasa da internetin, küreselleşme ve kapitalizmi çok daha etkin, çok daha farklı dönüşen bir hale getirdiği söylenir. Sizce de bu kadar hayati bir etken midir internet? Yoksa kapitalizm ve küreselleşmenin temel çelişkilerini içinde barındıran sıradan bir gelişim aşamasından mı ibarettir?
Tabi ki şu anda internet vazgeçilmez bir süreç. Ben internetin bir paradigma kaymasına yol açtığına inanıyorum. Bu, teknolojik determinist anlamda değil; ama küreselleşme sorusu bağlamında evet, küreselleşmeyi son derece hızlandırdı ve somutlaştırdı. Çünkü uzam ve zaman kavramıyla oynadı. Ulaşılabilir olmak, sınırları ortadan kaldırmak, ulus devletlerin bir anlamda varlığını sorgulatmak gibi konularda büyük etkisi oldu. Mesela Avrupa Birliği gibi bir takım uluslararası örgütlerin anlamını daha fazla sorgular hale geldi insanlar. Yani internet her anlamda paradigma kaymasına yol açtı, bunu kapitalizmin sıradan bir uzantısı ya da herhangi bir teknoloji olarak algılamak çok zor bence.

Yeni küresel oyunda artık sadece devletler, uluslararası kurumlar ya da çok uluslu şirketler yok. Artık bireyler de internetle birlikte olaya dahil olabiliyor. Bu yüzyılda Hacktivism, dijital aktivizm gibi konuların dikkat çekici olduğunu görüyoruz. Bu süreci nasıl yorumlarsınız?
İnternet şöyle bir avantaja sahip aslında; bireyi çok daha güçlü kıldı. Bu, devletlerin baskıcı politikalarına bir anlamda boyun eğmemeyi olanaklı kıldı. Yani aktivizm olsun hacktivism olsun… Tabi ki realist olmakta yarar var. Çok da naif olmamalıyız. Sonuçta “Bütün bireyler inanılmaz derecede güçle donandı ve bütün bu devletlere başkaldırıyor” demek biraz fazla basit olur ama yine de artık oyuncu olarak birey resmin içine girmiş vaziyette. Eskiden kitle olarak algılanan o büyük teoriler; işte Marksizm gibi Sosyalizm gibi bizim “Grand Theory” dediğimiz bütün o büyük teorilerin içinde birey yoktu. Ama burada internet bireyin söz söyleme hakkı, görünür olma hakkı, bir takım şeylere direk ulaşma hakkını görünür kıldı. Yani internet böyle kaygan bir zeminde farklı bir oynama alanı yarattı.

“KANUN KOYUCU, İNTERNETİN DOĞASINI ANLAYAMIYOR.”

Bir taraftan bu süreçte kendi de dönüşen devletten bahsediyoruz. Ama birçok devlet ve iktidarın bir takım refleksleri olduğunu görüyoruz. Sansür ve gözetim başta olmak üzere bu alandaki uygulamaların uluslararası hukukla ilişkisi dikkat çekici değil mi? Örneğin Türkiye’nin imzalamış olduğu uluslararası sözleşmelerle uygulamaları birbiriyle örtüşüyor mu?
Aslında Türkiye son dönemde birçok sözleşmeye imza vermiyor. Yani Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi gibi herkesin imza attığı temel evrensel bildirgeler dışında, Türkiye’nin imza koymadığı, spesifik olarak internet üzerinden imzalanmış bir sürü anlaşma var şu anda. Tabi ki senin de söylediğin gibi burada interneti sansürleme, interneti baskı altına alma; politik yetki, politik otorite tarafından gösterilen ilk reflekstir. Çünkü kontrol edilemez bir dinamizm taşıyor. Bu kadar esnek, bu kadar kaygan bir zemin hiçbir otoritenin sevdiği ve isteyeceği bir şey değil çünkü her şey ortaya çıkabilir dolayısıyla bu Türkiye üzerinde çok büyük bir baskı unsuru. Bir takım tabularımızı, konuşmaktan hoşlanmadığımız toplumsal konuları ya da dinsel konuları internete taşıyoruz.  Gelişmekte olan; demokrasinin daha yaralı olduğu, daha sorunlu olduğu ülkeler için internet büyük bir tehlike teşkil ediyor. Şu anda, bizim de 5651 numaralı internet yasasında yaptığımız gibi,  kendi iç yasaları ile bunu denetlemeye çalışıyorlar.  Ama internet yazılı medya değil; bu bambaşka bir teknoloji ve kanun koyucu internetin bu yapısını ve doğasını anlayamıyor. O yüzden de hantal kalıyor.
Bir anda yeni yeni etkin ve farklı dinamiklerin doğabildiği internet ortamıyla ilgili olarak; devletin bu anlamda, bahsettiğiniz ilk refleksini getiren kaygısı boş değil mi peki?

Tabi ki şöyle bir şey var; o hantal yapının ilk refleksi yüzyılların getirdiği refleks. Yani sansür, şalteri kapatmak gibi refleksler. Mısır’da da yaptılar biliyorsun bunu. Ama olmuyor. Şimdi burada gülünç duruma düşme tehlikesi var devletlerin, teknoloji by pass etmeyi de olanaklı kılıyor. Çünkü bireyler farklı bir güçle donanmış vaziyette ki bunu devlet anlayamıyor. İnternetin doğasının getirdiği, gençlerin teknolojiye hakimiyetinin getirdiği bir durum var. Evet, bir süre mağdur ediyor ama bir yerden çıkış noktası bulunuyor çünkü alternatif teknoloji devreye giriyor, dijital böyle bir şey. Ama bu bir savaş. Çinin yaptığı mesela; internet polisinin koyulması, altyapı anlamında çok ciddi teknolojik yatırımlar yapılması… Bunu her iki anlamda da kullanabilirsiniz. Devletler de sansür için teknolojik altyapıya önem verebilir ki bunu yapan devletler var. Türkiye de böyle bir şey istiyor, Türkiye kendi internetini yaratsın istiyor, kendi arama motorunu yaratsın istiyor ki bunun için çalışmalar var. Bir takım şeyleri kendi oynama havuzu haline getirmek istiyor. Şalteri kapatmak tabi ki biraz kaba kalıyor. Ama daha sofistike daha alttan alta incelikli bir takım sansür yolları da var. Şimdi bunun için de teknolojik altyapı ve donanım gerekiyor ve bence Türkiye bunu ilerde yapacak, böyle bir şeyin çalışması içinde.

Mısır örneğini verdiniz. Arap Baharı sürecinde, Tunus’ta ve ayaklanmaların yaşandığı diğer ülkelerde sosyal medyanın önemli bir araç olarak kullanıldığını gördük. Araç olmasının ötesinde birçok ayaklanmanın esas çıkış noktasının sosyal medya olduğu da söylendi. Sizce bu kadar basit midir bu süreçlerin nedenleri?
Hayır değil tabi ki. Bir kere birazcık bölgeyi bilen, uluslararası dinamikleri takip eden herkes bunun bir internet devrimi ya da twitter devrimi olmadığını görür. Fakat şu anki toplumsal hareketlerde farklı dinamikler var. Yani sosyal medyanın artık önemli bir aktör olduğunu da gözden kaçırmamak gerekiyor. Fokurdayan toplumlarda eskiden başka bir yere gidilirken artık hareketler bambaşka şekilde yayılıyor. Daha yatay, daha anlıksal, daha farklı bir örgütlenmeyle, ağ örgütlenmesi ile yayılıyor. Bunun üzerine artık bir literatür gelişiyor ve bunu kolay kılıyor. O anlamda birden bire bir çağlayan şekilde -bunun ismi aslında çağlayan, enformasyon çağlayanı(information cascade) deniyor- patlak veren bir şeyde internetin, sosyal medyanın rolünü göz ardı edemeyiz. Ama ona çok fazla anlam yüklemek ya da bunun sadece yurttaşların adına kullanıldığını sanmak biraz naiflik olur. Çünkü bunun içinde bir sürü farklı aktör de var. İstihbarat örgütleri var, devletlerin kendi kurumları var, karanlık güçler var. Ayrıca manipülasyona da açık bir alan. Dediğim gibi yurttaşlar birden burada örgütleniyorlar demek biraz saflık olur diye düşünüyorum.


Sosyal medyadaki eylem halini düşündüğümüzde buradaki eylemin, buradaki bireysel katılımın ileride daha görünür şekilde farklı yapılardaki diğer coğrafyalarda kitlelerin yaygın olarak fiziki eyleme geçmesi mümkün mü sizce?  Daha doğrusu sosyal medyanın bunu sağlaması mümkün mü?

Ben komplo teorilerine pek inanmayan bir insanım. Biliyorsun Türkiye’de komplo teorileri çok rağbet görüyor. Ben biraz daha iyimser bakmaya çalışıyorum. Her türlü reel unsuru göz önüne alarak… Ama bundan sonra tabii ki farklı coğrafyalarda sosyal medya kullanımı da farklı olacak. Niye heyecan yarattı mesela Arap Ayaklanmaları? Çünkü farklı şekilde örgütlenildi, ilk defa bir umut verdi kitlelere. Bu daha önce de yapıldı. Mısır ilk defa ayaklanmıyor mesela. Ama bunun bu kadar heyecan yaratmasında sosyal medyanın etken olması çok önemliydi. Politik iktidarlar bundan korktuğu için, sansürlemek için şimdi daha fazla yatırım yapmaya, bir takım hukuksal düzenlemeler getirmeye başladılar. Çünkü korktular. Şimdi diyeceksin ki ne oldu sonuç? Bir sürü diktatör hala orada ya da hala kan akıyor, hala savaşlar sürüyor. Doğru. Ama birden bire olacak değişimler değil bunlar çok köklü değişimlerden bahsediyoruz ve toplumların böyle bir umuda sahip olması bence çok önemliydi. Özellikle Tunus’ta önemliydi.

“TÜRKİYE’DEKİ ANA AKIM MEDYANIN PATRONLARI İÇİN MEDYA, SİYASİ OTORİTEYE YAKINLIK MALZEMESİDİR.”

Son dönemde ana akım medyanın sosyal medya üzerinde etkili olma eğilimini görüyoruz. Örneğin Türkiye’de Twitter’a baktığımızda ana akım medyanın konuşulmasını istediği birçok unsur da ön plana çıkıyor. Ana akım medya bir anlamda sosyal medyada hakim olma çabasında mı ve buna gücü yetebilir mi?
Bence yetemez şöyle ki; ana akım medya doğru dürüst işlevini yerine getiremediği için bu sosyal medya mecrasını ve alternatif internet sitelerini bu kadar çok kullanmaya başladık. Aslında daha fazla da kullanmak gerekiyor ama ne yazık ki bizde hala ana akıma olan garip bir güven duygusu ya da bir inanç duygusu var. Diyelim ki insanların bir şeyi Hürriyet’te okumasıyla başka bir yerde okuması arasında hala –çok kısa sürecek bu aslında- bir inanç farkı var. Fakat bu hantal yapı da dönüşüyor. Şimdi baktığımızda Türkiye’deki ana akım medya birden bire dijital medyayı keşfetti. Bunun üzerine konferanslar yapıyor, bunu anlamaya çalışıyor. Çünkü baktı ki bir kere okur kaybediyor, tirajları artmıyor, genç nüfus artık gazete almıyor. Zaten birde televizyon toplumuyuz, televizyondan haber alınıyor. Yani ana akım orada da önemli; dolayısıyla yazılı medya çok büyük bir sorun içinde, müthiş problemleri var. O anlamda sosyal medya ve internet alternatif bir mecra olmak zorunda. Ben kendi öğrencilerimden biliyorum bir sürü haberi Twitter üzerinden okuyor öğrenciler. Kimse gidip gazete almıyor artık ya da onların internet sitelerine bakıyor; ama şöyle bir bakıyor. Yani gazetenin parayla satın alınması için sizin artık bambaşka bir şey yapmanız lazım. Artık tablet gazeteciliği gibi alternatifler geliyor. Bloglara bakılırsa; onlar zaten yaşamadı Türkiye’de ama mesela T24 gerçeği var. T24 artık gittikçe güvenilen bir kaynak olmaya başladı. Şimdi T24 ana akım medyadan atılan Hasan Cemal gibi gazetecileri kucakladı. Artık beş gün Hasan Cemal T24’te yazacak. Ayrıca atılan bazı gazeteciler kendi blogarını kurmaya başladılar. Yani internete doğru kayış var ve bunu ana akım medya yakalayamadı tabi ki. Çünkü farklı sorunlar var, onları ayrıca konuşmak lazım.

Gazetecilerin, yayın yapan insanların internet ortamında bireysel olarak kurumsallaşma şanslarının oluşmasının yanında Twitter, Facebook, Google vs. gibi evrensel çapta baş edilemeyecek büyük tekeller oluşmaya başlaması medyada farklı arayışlar yaratıyor. Bu anlamda Türkiye’deki medya holdinglerinin patronları da kendilerini biraz diken üstünde hissediyorlar mı?

Türkiye’deki ana akım medyanın patronları, patronaj sistemi çok eski kafalı, çok demode. Onlar için ana akım medya, siyasi otoriteye yakınlık malzemesidir yani bir güçtür. İhalelere girerler, iş ilişkilerinde kullanırlar, oradaki güçlerden bir tanesidir.
Çoğunun da tek işi medya değil ayrıca.

Tabi ki, aslında sorun burada yatıyor. Oradaki sermaye yapılanması, sadece medyada olunmaması farklı alanlarda para kazanıyor olması gibi durumlar ve müthiş bir çıkar çatışması var. Şimdi burada biz artık gazetecilikten, habercilikten falan bahsetmiyoruz; o başka bir güç arayışı. Küresel anlamda internetin ticarileşmesi de ayrı bir sorun ama Türkiye’de çok yerel bir şekilde internette var olmak zor. Kendi internet sitelerini açıyorlar o kadar. İhalelere girmek, devletle ilişki kurmak gibi o bilinen süreçleri yenileyemezler internette. İnternet başka bir oynama alanı ve onların bilmediği bir platform. O yüzden de çekiniyorlar tabi.
Türkiye yeni bir süreç içinde ve bu konuda ana akım medya da önemli bir rol oynuyor. Ana akımın bu süreçteki tavrını nasıl görüyorsunuz?

Tabi şimdi kuşkusuz bir bahar havası var. Ana akım medya destekliyor ki bence iyi bir şey bu. Biraz o Rambo dilini, militarist dili azaltmak gerekiyor ama tabi bu yılların verdiği bir alışkanlık. Siz ne kadar “aman kullanmayalım” diye paneller de düzenleseniz, barış dili barış gazeteciliği falan da deseniz bu yerleşmiş bir jargon. Öyle manşetler atıldı ki Türkiye’de, çok da yakın zamanda yapıldı bu. Siz birden bire ertesi gün kalkıp bunun değişmesini bekleyemezsiniz. Çok zor. Bir eğitim süreci gerektiriyor, yaklaşım gerektiriyor. Şu anda bocalıyor tabi ana akım medya. Ne yapacağını biraz şaşırmış vaziyette ama pratikten kurtulmak gerek. Bakalım ne olacak. Yani şu anda ben bir bocalama görüyorum sadece ama bu bocalamayı iyiye yormak istiyorum.

“ANA AKIM MEDYA KENDİNİ SORGULAMIYOR.”

Ana akım medya bir durum hakkında bilgilendirme ya da doğru bilgilendirme yapmadığında bu sosyal medyada hemen patlak veriyor ve ana akım medyada da karşılığını buluyor. Örneğin bunu Uludere olayında gördük. Redhack’in sosyal medyada daha çok konuşulur hale geldikten sonra ana akım medyada kendine daha çok yer bulması da buna bir örnek. Bu ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Doğru, çünkü onların ikisinin gündemi birbiriyle örtüşmüyor. Şimdi ana akım medyada bir sürü şey çöpe atılıyor, hepimizin bildiği farklı gündemler yaratılıyor, farklı menfaat ilişkileri göz önüne alınıyor. Orda kirlenmiş bir şey var. Bu kirlenmiş gündemle; gençlerin arayışları,  gerçek gündemleri ve topluma değen gündem örtüşmüyor. Bu gündemi de alternatif platformlarda aramaya başladı insanlar. Uludere gibi, Emek Sineması protestosu gibi ya da internetime dokunma protestosu gibi… Bunlar öyle talepler ki tamam ana akım medyada çıkmıyor ya da küçük bir haber olarak çıkıyor ama insanlar bunları Twitter’da takip ediyor, internette takip ediyor. Çünkü artık halı altına süpürülemiyor. Yani bir şekilde sizin bunu gazetenizde ya da televizyonunuzda vermeniz lazım; ister 5 saniye ister 30 dakika. Uludere artık çok klasik bir vaka oldu. Ben o günü çok net hatırlıyorum. Gerçekten müthiş bir sansür uygulandı ve sonuna kadar haber kanalları direndiler. Biliyorlardı, herkes biliyordu yani saat altıdan beri Twitter’da akıyordu haberler, bütün herkes izliyordu ve televizyon kanallarında tek bir alt bant bile geçmedi. Bu kadar körleşme bu kadar sansür olacak şey değil.
Peki, bu konuda dışarıdaki örneklere bakacak olursak, özellikle yakın zamanda Boston örneğinden yola çıkarak siz Amerika ve dünyadaki büyük medya kuruluşlarının sosyal medyayla ilişkisini nasıl yorumlarsınız?
Boston bombalamalarında sosyal medya çok etkili oldu. Her türlü trajedide, beklenmeyen olaylarda, özellikle kanlı olaylarda Twitter, Facebook, Youtube gibi mecralar çok fazla devreye giriyor. Fakat benim gözlemlediğime göre ana akım medya ilk defa -sadece Amerikan medyası değil uluslararası medya da- daha kanlı görüntüler vermeye başladı. Veriliş şeklinin ilk defa çok daha kanlı olduğunu gördük. Bunun Libya’dan sonra arttığını gördüm. Kaddafi’nin linç videosu insanların şiddete karşı duyarsızlaşmasını getirdi. Sosyal medyada dönen şeyleri zaten engelleyememelerinden mi bilemiyorum. Çok ciddi kodları olan BBC bile Boston’daki olayları o şekilde verdi. O anlamda ilginçti ama şöyle bir avantajı var; Amerikan medyası her zaman sorgular kendini. Mesela şu anda bir sürü makaleyi görebilirsiniz; Boston olayları nasıl verildi, nasıl verilmeliydi, nerede hata yapıldı gibi. Bununla birlikte online medya ile ana akım medyanın karşılaştırılması yapılıyor. Ama mesela Türkiye’de konuşulmuyor bir sürü şey. İki üç tane yazı çıktı mesela Uludere ya da başka pek çok olayda. Ana akım medya kendini sorgulamıyor. Üzeri kapatılıyor. Ama dediğim gibi Amerika’da Boston konusunda çok ciddi bir tartışma var şu anda.

“BU KADAR HETEROJEN VE KOZMOPOLİT BİR DÜNYADA HER ZAMAN EZİLENLER VE MUKTEDİRLER OLACAK.”

Belki çok uç bir yaklaşım ama geçmiş yüzyıllarda halk egemenliği, doğrudan demokrasi gibi kavramları temellendirmiş Rousseau ve diğer pek çok düşünür, bir gün internetin insanların hayatına gireceğini bilseydi belki de bu anlamda farklı yaklaşımlar ortaya koyabilirdi. Sizce ileride internet, toplumlar için doğrudan demokrasiye geçişin bir aracı olabilir mi?
Bu çok büyük bir iddia tabii ki. Olamaz aslında. Habermas ve kamusal alan tartışmaları niye birden bire tekrar gündeme gelmeye başladı? Böyle bir umut uyandırdı internet. Herkesin katılacağı, hiyerarşinin olmayacağı, demokratik yatay bir şekilde konsensusun olacağı, uzlaşmaya varılacağı vs. Ama en azından yakın bir gelecekte ben böyle bir şey görmüyorum. Çünkü hala, her ne kadar kapansa bile, farklı anlamda dijital uçurum var. Yani siz direk katılım dediğiniz zaman hiyerarşinin olmayacağı, sınıfsız, yatay bir toplumsal yapılı bir dünya hayal ediyorsunuz demektir. Böyle bir şey yok. Bu bir ideal, felsefi ideal bunun üzerine entelektüel pratik yapabiliriz ama bence mümkün olmayacak.

İnternet ortamı da kendi devlerini, kendi güç merkezlerini yaratıyor bir taraftan.
Tabi aynen öyle; farklı coğrafyalar farklı gruplar yani bu kadar heterojen bu kadar kozmopolit bir dünyada her zaman ezilenler, her zaman muktedirler olacak. İnternet bunu biraz yakınlaştırabilir ama kendi uçurumunu da yine yapıyor. Mesela şirketleşmelerle yapıyor, bazı internet kullanımlarının pahalı olmasıyla yapıyor, teknolojinin az ya da çok kullanımı olmasıyla yapıyor. Devletler yine etkili, bazen şirketlerle el ele veriyor.

Blogların ülkemizde karşılığını bulmadığını söylemiştiniz. Burada galiba belli bir süre için sözlükler blogların yerini tuttu; ama onların da artık giderek diğer sosyal mecralara benzediği görülüyor. Bu durum sözlükler vasıtasıyla bir bilinç ya da bir muhalefet yeşerebilmesi açısından bir umutsuzluk kaynağı olarak görülebilir mi?

Ben sözlüklere bu kadar büyük bir anlam yüklemeye karşıyım çünkü bence sözlükler o popülerliğini de kaybetti. İlk başta, bu kadar alternatif yokken sözlükler gençler arasında gerçekten ilginç bir heyecan yarattı. Ama ben şuanda muhalefet alanı olduğuna inanmıyorum. Ne ekşi sözlüğün ne de buna benzer sözlüklerin. Çünkü onların da kendi regülasyonları olmaya başladı. Bir takım şeyler yaşandı, artık kendi avukatları var ve yani bazı şeylerden çekinir olmaya başladılar. Artık anonimliğe de çok fazla sığınılamıyor. O anlamda bence sözlükler blogların yerine geçmiyor. Tamam, Türkiye’ye özgü bir şey ama ben çok fazla anlam yüklemiyorum sözlüklere.

“BÜROKRASİYİ AZALTMASI, KUYRUKTA BEKLEMEYİ AZALTMASI DA BİR ŞEYDİR AMA ‘YURTTAŞLAR İÇİN E-DEVLET’ ÇOK DAHA KAPSAMLI, ÇOK DAHA MAKRO DÜZEYDEKİ BİR ANLAYIŞ.”

e-devlet projesi konusunda Türkiye’de yapılan çalışmaları başarılı buluyor musunuz?

Bir yere kadar buluyorum çünkü Türkiye altyapı olarak -en azından bürokrasiyi minimize etme anlamında- bir noktaya geldi. Fakat tabi çok hatalar yapılıyor. Çünkü karanlıkta, el yordamıyla yapılan şeyler var. İşte örneğin TC kimlik numarasıyla bir takım şeylerin anlamsızca izlenebilir olması… Tabi bu Amerika’da da söz konusu ama güvenlik şifreleri konması, sosyal güvenlik numarası girilmesi gibi bazı önlemler alınır. Ama Türkiye’deki muhafazakar yapının internete taşınma riski ve mahremiyet kavramının tam olarak algılanmadığı bir durum var. Örneğin tıbbi bir takım bilgiler ile ilgili yaşananlar; bunlar acemice şeyler. Bunlar halledildiği zaman altyapı olarak Türkiye başarısız değil. Artık bir sürü şey sorgulanabiliyor. Hesap verilebilirlik konusu ayrı bir tartışma konusu ama en azından bürokrasi azaldı. Ama çok farklı şeyler yapılabilir. Türkiye’de gidip formu PDF formatıyla internete koymak bir e-devlet anlayışı değil. Birçok devlet harcamasını biz hala görmüyoruz. Bunları siz bütçe olarak koyabiliyor musunuz? Hesap verebiliyor mu devlet? Hayır vermiyor. Bürokrasiyi azaltması, kuyrukta beklemeyi azaltması da bir şeydir ama yurttaşlar için e-devlet çok daha kapsamlı, çok daha makro düzeydeki bir anlayış.

Şeffaflaşma süreci biraz tersten işliyor galiba. Devletten çok bireyler mi şeffaflaşıyor?

Tabi devlet babamız bir anlamda yurttaşları daha izlenebilir kılmayı amaçlıyor. Onların her türlü bilgisine daha çabuk ulaşabilir olmasını istiyor. Örneğin medikal bilgiler çok mahrem bilgilerdir. Ne iş görüşmesinde ne başka bir yerde hiç kimse onları sizin rızanız dışında hiçbir şekilde ifşa edemez. Bu gelişmiş ülkelerde böyledir. Şimdi Türkiye’de siz bu bilgileri birden elden ele dolaştırırsanız; bu doğru olmaz.

“İNTERNET, İDEOLOJİK YARILMAYI GÖRÜNÜR KILMA PATFORMU.”

Yakın zamanda sosyal medyada T.C. protestosu yaşandı hatta devam da ediyor. Pek çok insan buna katıldı. Yaşanan süreçle birlikte toplumda da ciddi bir karşılık bulduğu söylenebilir. Sizce doğru bir eylem modeli midir bu? Bir başka ifşa durumu da burada ortaya çıkıyor mu?
Burada gönüllü bir şekilde kendi kendini ifşa etme durumu var. Ama şimdi toplumdaki ideolojik yarılma ister istemez internette karşılığını buluyor. Karşı ideolojik kampın tepkisini çekecek en ufak bir şey internette farklı bir kampanyayla ortaya çıkıyor. Dolayısıyla internet sadece bunu görünür kılma platformu. Yoksa toplumda zaten bunlar konuşuluyor ve ideolojik yarılma zaten var. Ama sosyal medya bazen bu yarılmayı toleranssızlıkla, nefret söylemiyle arttırıyor ve daha düşmanca kılıyor. Çünkü yüz yüze olan bir şey olmadığı için insanlar çok fazla kamplaşıyorlar internette.

Bu kamplaşmayı göz önünde bulundurduğumuzda sosyal medyada yalnızca sade vatandaşların değil; siyasi süreçlerde sorumluluğu bulunan insanların da paylaşımlarıyla bu nefret ortamını besleyebildiklerini görüyoruz. Aslıda bu konuda onların sorumluluğu daha fazla değil mi?

Bu da aslında internetin doğasını anlamamaktan kaynaklanıyor. Yani sizin politikacı olarak, politik aktör olarak orada söyleyeceğinizin nereye gideceğini ve nasıl bir çağlayan haline geleceğini öngöremiyorsunuz. Adam orada kendi ofisinde konuşur gibi tweet atamaz. Milyonlarca, yüz binlerce takipçin varsa biraz sağduyulu davranman ve o ortamın nasıl kullanılacağını bilmen gerekiyor. Yani bir kahvehane jargonu değil Twitter. Ama dediğim gibi bu, internetin doğasını anlayamamaktan ve etkilerini öngörememekten kaynaklanıyor.

”BU GENÇ NÜFUSU SANDIĞA GÖTÜRMENİN YOLU SOSYAL MEDYADAN GEÇER.”

Hocam peki Türkiye’de siyasi partilerin sosyal medyayı kurumsal anlamda iyi kullanabildiğini düşünüyor musunuz? Son seçimlerde sosyal medyaya daha fazla önem verildiğini gördük. Yeni bir seçim süreci de yaklaşıyor. Yapılan çalışmalar ne durumda sizce?

Bu güzel bir soru, geçen gün bir panelde de tartışıldı bu. Orada AKP’nin sosyal medya stratejisti vardı. Bence AKP sosyal medyayı gayet etkin kullanıyor. Çok ciddi gönüllü olarak çalışan gençler var, teknolojiden anlayan insanlar var ve buna kafa yoruyorlar. Mesela CHP’de bunu görmüyorum. Çok hantal, eski model ve başarısız. Bunun yanında diğer partiler de başarısız. Örneğin MHP de başarısız. AKP ise o gönüllülüğü internette de yaratmayı başarmış; yani örgütlenme başarısını sosyal medyada da gerçekleştiriyor. Çok daha iyi yapılabilir. Örneğin Twitter’da,  o üstten konuşma hali en büyük sorun. Politikacı orada bir duyuru yapıyor ya da kendini övüyor. Oradaki kişiselleşmiş durumu anlayamıyorlar. Bir kişisellik, bir kişisel dokunuş olması lazım Twitter’da. Mesela Abdullah Gül çok iyi kullanıyor. Ama diğer politikacılar için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Başkaları kullanıyor zaten resmi hesapları. Sonuçta siz gerçekten orada mısınız? Halk bunu görmek istiyor ve politikacıya bir şekilde kendini yakın hissetmek istiyor, derdini duyurmak istiyor, politikacıyı gerçekten kanlı canlı bir insan olarak görmek istiyor. Şimdi seçimler geliyor. Bence bu genç nüfusu sandığa götürmenin yolu sosyal medyadan geçer. Obama bunu yaptı Amerika’da. Bir sürü insan oy atmayacaktı. Şimdi Türkiye’de bu coşkuyu yaratmak çok zor oluyor. Ama AKP kendi seçmeni arasında o örgütlenmeyi yaratıyor internette. Belli bir stratejinizin olması ve internetin doğasını anlamanız gerekiyor.
”MEŞRU AMA İLLEGAL”

Son dönemde RedHack’in internet üzerinden yaptığı eylemler dikkat çekmeye başladı. Bununla beraber bir süredir bu konudaki yargı süreçleri de tartışmalı yürüyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tabi devletin ilk refleksi yumruğunu vurmak şeklinde çok sert olduğu için “kurunun yanında yaş da yanar” her davada olduğu gibi burada da oldu. Hiç bir alakası olmayan insanların apar topar alınması götürülmesi gibi bir öfke saçma hali oldu. Tabi bu da devleti gülünç duruma düşürmesinin bir parçası “siz madem saklıyorsunuz o zaman bakın bir takım şeyler afişe edilebilir” dediler. RedHack de tabi ayrı bir tartışma konusu. Evet, onlar birçok yapılmayan şeyi yapıyorlar. Kamu hizmeti yaptıkları iddiası var.  Çünkü belli bir menfaat karşılığı eylem yapmıyorlar, para almıyorlar. Halk adına yaptıkları söyleniyor ama yaptıkları şey illegal tabi. ”Meşru ama illegal” diyorum ben. Yani siz içten içe bunu sevebilirsiniz, kendinizi iyi hissedebilirsiniz ama yaptıkları illegal bir şeydir. Tabi bunu gençler sempatik buluyor ve kendilerini yakın hissediyorlar. Ama çok daha iyi anlatmak gerekiyor. Ben bir sürü insanın RedHack’in ne olduğunu bildiğini düşünmüyorum. İnsanlar ne bu davayı takip ediyorlar ne de RedHack’in ne yaptığını biliyorlar. Açıkçası üniversite gençliği dışında çok fazla yaygın olduğunu düşünmüyorum. Bir de kendilerini Marksizm’le, Marksist ideolojiyle çok iliştirdikleri için belli bir kitleye antipatik geldiklerini düşünüyorum.


Anonymous hareketinin bir nebze de olsa daha farklı algılanmasında bunun etkisi var mı?

Anonymos da RedHack’e benziyor, onlar da aynı ideolojiyi kullanıyor gerçi ama RedHack daha sivri kalıyor. Sol görüşlü gençlere, sosyalist gençlere sempatik gelebilir ama hacktivizmin kendi ideolojisi de var. Hacktivist olmak için ille de Marksist olmak zorunda değilsiniz. Hacktivzmin kendi etiği, ideolojisi var. RedHack, hacktivist olmak için Marksist olmak zorundasınız gibi sunuyor. Hayır, bu bence iyi anlatılmıyor. Ayrıca davada da örgüt suçundan alınmış çocuklar gibi gösteriliyor.

Hocam bu değerli söyleşi için çok teşekkür ederim.
26.04.2013


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder