2 Mart 2013 Cumartesi

Ölüleri Gömün

Kadriye AYDIN
*“ÖLÜLERİ GÖMÜN”
                                      İşte savaşa giden yoldur bu.

Uyuşturulmuş topluluklar, yaşamları boyunca onlara öğretilen değerler ile yaşamlarını devam ettirirken, kendilerini belirli sınırlar içine hapsederler. İnsanları, tek tipleştiren, belli bir düzene uymalarını öğütleyen ve hatta bunu (insanların) kendi rızaları ile yapmalarını sağlayan “sistem” nasıl bu kadar güçlü bir etkiye sahip insan zihninde?

Elbette burada, bu konunun psikolojik yönüne ele almayacağım. Benim ilgilendiğim ve aktarmaya çalışacağım taraf daha çok iktidar ve ideoloji-din merkezli olacak. Belki biraz da, dünya üzerinde yaşanan ve aslında insan hayatına tamamen olumsuz anılar bırakan olayların nasıl çarpıtıldığı, bizlere medya aracılığı ile nasıl bambaşka bir noktadan aktarıldığı hakkında birkaç cümle.

İktidar dediğimiz mekanizmanın kendi aygıtlarını kullanarak üzerinde denetim kurduğu toplumu, kendi amaçları ve çıkarları doğrultusunda yönlendirebilmesinin bir tarafı da (her ne kadar akıldışı gelse de) kendini herhangi bir sorgulamaya teslim etmek istemeyen zihinlerin toplamından meydana gelen insan kitlesidir. Yani toplumun değerleri adını verdiğimiz şeyin, karşılıklı bir etkileşimin ürünü olduğu oldukça açık.

Lord Acton’ın “Güç, yozlaşma getirir. Mutlak güç, mutlaka yozlaşma getirir.” sözünü farklı bir açıdan değerlendirecek olursak, bu yozlaşmaya sebep olan sadece gücü elinde bulunduranlar değil, bu fırsatı onlara sunanlar da bu kapsam da düşünülmelidir diyebiliriz, ki bu şekilde düşündüğümüz zaman da ortaya büyük bir sorun çıkmaktadır. Sistemden sürekli şikayet eden bizlerin, aslında bu sistemin kurgulayıcıları olduğumuzu söylemek pek de normal bir şey olmasa gerek. Bu durumu “Uluslararası İlişkiler Disiplini” çerçevesinde tartışacak olursak da karşımıza Alexander Wendt’in 1992 yılında yazmış olduğu “Anarşi Devletlerin Yaptığı Şeydir.” adlı makalesi çıkıyor. Tabii bir de Marksizm’in bizlere öğrettiği “Alt yapı üst yapıyı belirler, üst yapı alt yapıyı etkiler.” kalıbını da aklımızdan çıkarmamalıyız bu süreçte. Kısa kısa bahsettiğim bu başlıkların hepsi aslında birer yazı konusu olabilir; ama ben her şeyi burada bırakıp medyanın, sisteme olan etkilerinden bahsetmek istiyorum.

Çok uzun bir süre önce gittiğim “Ölüleri Gömün” adlı tiyatro oyunu sebebiyle yazıyorum aslında bunları ve sürekli konu değiştirmemin asıl sebebi de bu; çünkü oyun da bu şekilde, olaylara birçok yönden bakıyordu; ama aslında tek bir noktaya odaklanıyordu: Bizler, dünyanın her neresinde olursak olalım görmek istemediğimiz şeyleri görmüyoruz, başarmak istemediğimiz şeyleri başarmıyoruz ve medya-iktidar ya da hangi yolla dayatılırsa dayatılsın “karalanan gerçekleri” olduğu gibi bırakıyoruz. Bu durumda da, medya istediği olayları istediği şekilde sunabiliyor, aslında temelinde çok farklı olan birçok olayı olduğundan farklı gösterebiliyor, ki bunu yaparken de herhangi bir tepki ile karşılaşmayacağını biliyor. Bu durumun elbetteki tek sebebi bizim çelişkili yaşamımız değil, bizim dışımızda var olan bazı gerçekleri de göz ardı etmemek önemli; basında tekelleşmeler, iktidar-medya ilişkileri, inançlar vs.

İnançlar…

“Din” olgusunun insanlar üzerindeki etkisinden bahsetmek belki gereksiz olacak. Burada söyleyebileceğim tek nokta, her şeye çift taraflı baktığımız gibi bu konuya da çift taraflı bakmamız gerektiği ve hatta daha fazla önemsememiz gerektiğidir. Yani hem iktidar penceresinden hem de bireyler penceresinden aynı noktaya bakabilmek önemli olan; ama bu konuyu siyasete dökmek istiyorsak “ideoloji” olgusuna dönmemiz şu an için daha iyi olacak.

İnsanların biz kavramına ne kadar ihtiyaç duyduklarını, belki de en iyi şekilde açıklayabilmenin yolu ideolojileri anlamaktan geçiyordur. Ben yerine biz demenin sağlamış olduğu rahatlık bizi hızlı bir şekilde tek tipleştirerek, tek bir ideolojiye yöneltiyor. Bu söylediklerimden ideolojiler kötüdür gibi bir anlam çıksa da, herhangi bir ideolojiyi benimsemeden diğerlerini anlamanın da mümkün olduğunu düşünmüyorum. Buradaki asıl problem, hem birey açısından hem de siyasi gruplar açısından, karşımızda olanı anlamayı değil, suçlamayı seçmiş olmamızdır. Her hoşlanmadığımız kişi için veya söylem için “faşist” veya “liberal” sıfatını kullanmamız gibi. Bu nedenle artık, ben yerine biz kavramının önem kazanmış olması pek de şaşırtıcı gelmiyor bana. “Topluluğun Gücü” olarak adlandırabiliriz bu durumu.

Her dünya görüşü, insana bir pencereden bakma fırsatı sunarken, diğer pencereleri kapatıyor ve zaten insanın şiddete başvurması da bu noktada başlıyor, kendi düşüncesini ötekilere kabul ettirmek maksadıyla. İşte, savaşa giden yoldur bu.

Ölüleri Gömün adlı oyunu izlemeyenlerin bir an önce izlemesini tavsiye ederken, kendim için de bu yazının devamını getirebileceğim yeni bir oyun izlemeyi umut ediyorum.

*İstanbul Devlet Tiyatrosu tarafından 2010 yılında sahneye konan, Irwin Shaw tarafından yazılan Çoşkun Büktel tarafından çevirisi yapılan oyun.

1 yorum:

  1. Mulyono Ajjah2 Mart 2013 09:29

    Buddy. we intend to invite you to join us in our social bookmarking site. for my friend who wants to join can directly visit our website at savelink.us
    We expect the participation of all mate.

    The attention and participation, we say thank you very much

    YanıtlaSil