31 Mart 2013 Pazar

Müziğin Felsefesi Olur Mu?


Fahri DANIŞ 

Müzik ve felsefe; yan yana düşünüldüğünde birbirinden o kadar uzak olmayan kavramlarmış gibi geliyor kulağa, en azından benim için.. Peki gerçekten aralarında bir ilişki olduğu söylenebilir mi? Müzikle düşünmek mümkün müdür yahut düşünmenin yerine daha “içli” bir şeyler konabilir mi? 

Felsefenin bir “bilgelik arayışı” olduğu varsayımından yola çıkarsak etrafın biraz daha aydınlanacağını düşünüyorum. Bu bağlamda; insan için hayatın kilit noktalarından biridir bence “aramak” fiili. Hayatını aramak üzerine kurarsın çoğu zaman, bilinçli ya da bilnçsiz, ararsın da, fakat neyi aradığını bilememen senin arayışını anlamlandıran noktadır aslında. O “şey” her neyse artık, oralarda bir yerlerde durmaktadır ve senin gelip onu bulmanı beklemektedir. (İşin en güzel yanı ise herkesin “şeyi” farklıdır.) Hiç bulamayacakmışcasına aramak; aslında insanın hiçbir zaman kendini tamamlayamayacak olmasına kadar götürülebilir.[1] İnsan eksiktir, tamamlanmaya muhtaç. Kendi parçalarını aramak ise hayatının anlamı. Beyazıd-i Bistami’nin “Aramakla bulunmaz ancak bulanlar ancak arayanlardır” sözü bu durumu yeterince özetliyor bence.
İnsanın “arayışla” olan ilişkisine kısaca değindikten sonra müziğin bu arayıştaki yerine geçebiliriz. Müziğin tanımı yapılabilir mi? Yapılsa da ne kadar doğru olur? (İnsanoğlunun gördüğü ya da anlamaya çalıştığı her şeyi sözcüklerle tanımlama çabasını takdir ediyorum ama bazı şeyleri kavramak için daha “sessiz” ve “hisli” yöntemlere ihtiyacımız var gibi. Neticede sözcükler insan icadı işler ve yapılarında ister istemez insanın eksikliğini taşıyorlar; her şeyi onlarla ifade edemeyiz. Müzik, özgürlük, aşk.. Bunların insan kelamında tam çevirileri yok bence.) Müziği tanımlamaya çalışmaktansa onun ne olduğunu anlamaya çalışmanın daha önemli olduğunu düşünüyorum:

Müzik bir bütündür. Onun ilerisi gerisi yoktur. Müzik binlerce sene önceki haliyle de ileri idi. Gerçek müzik bazen bir çobanın kavalıyla çaldığı motiftir, bazen Stravinski’nin yazdığı bir duygu olur. Her ikisi de önemlidir. Müzik bir plazmadır. Müzik tüm insanlara ait, tüm alemi kapsayan bir bü­tündür. Biz o alemin içinde zerreler gibiyiz. Müzik ise hepimizi birleştiren koskocaman bir enerjidir. Yer, zaman ve dil ötesi bir kavramdır. Hatta duygulardan bile ileri bir kavramdır. Biz de o büyük müziğin küçücük bir parçasıyız.[2]

Müzik kelimenin en saf haliyle “içimizde”. Sürekli kulağımıza çalınan ama ismi aklımıza gelmeyen ezgiler bütünü. Hani o keşfetmek için bir ömür harcadığımız, arayıpta durduğumuz ve fakat bulamadığımız, eksikliğimiz. İnsanın yapısıyla bu denli iç içe geçmiş bir şeyin insani duygulardan kopuk olması beklenemez. Sevmek, özlemek, ayrı düşmek.. Tüm bu duyguları müzik eşliğinde hissettiğinizde daha etkili olduğunu bilirsiniz. Müziğin bu işlevi, günümüzde onun bir etiketleme aracı olarak kullanılmasına da yol açıyor tabii. Müziği bu kadar soyut bir şey olarak ele almam kimilerine yanlış gelebilir: “Dinliyoruz işte neticede hacı, kulaktan girmiyor mu bu?” gibi laflar duyabiliyorum. Fakat bence bu; soluklaşan, maddeleşen dünyanın insanlara dayattığı bir olay. “Algılarınızı tamamen kapatırsanız, müziğin beş duyunuzla algılayabileceğiniz şeylerin dışında bir yerlerden geldiğini anlarsınız. Nasıl oluştuğunu bilmezsiniz ya da size nasıl ulaştığını. Ama bir şekilde ulaşır işte.”[3]

Aslında insanın müzik ile birlikte gerçekleştirdiği eylem bir arayıştan ibaret; kendini tamamlama güdüsü fakat kesinlikle bir yaratı değil; keşfetmek. Bu yüzdendir ki “müzik yapmak” tanımı kusurlu. Hakiki müziğin icrası, insanın anlama ve hissetme yetilerinin çok ötesinde bir kavram. Belki ikisi birden, ama çok farklı bir şey. Tam olarak anlatamadığım bu olay doğaçlama müzik sırasında ortaya çıkıyor genelde. Canlı performansı sırasında bariz bir şekilde ibadet ettiğini düşündüğüm müzisyenler var.[4] Sanki bir şeye ulaşmak için çabalıyor, çok yaklaşıyor, görüyor ve fakat elde edemiyor. İşte bazı müzisyenlerin bize anlatmaya çalıştığı ve bizim yine kendimizi tutamayıp notalar aracılığıyla tanımlamaya çalıştığımız bu arayış “anlık”. Bir anda oluveriyor ve biz onu kendi hayatlarımıza uyarlayarak “çoğaltıyoruz”. Zaten baktığımızda, bir müzik eserinin kaydedilmesinin ne kadar doğru olduğunu anlamak çok güç. O eser, çalındığında gerçekleşmiş bir duygular bütünü. Parça aynı olsa bile her dinletide çalınan şey aslında farklı bir şarkı. Bu bağlamda bir müzik eserinin kaydedilmesini, insanın bir gülü dalından koparmasına benzetebiliriz. O güzelliğe dayanamayıp sahip olmayı dileriz ve bir anlamda onu öldürürüz. Keşfettiğimiz bir şarkıyı düşünün; günler boyunca, en iyi ihtimalle bir iki hafta, o şarkıyı dinleriz. Daha sonra bir kenara bırakıp yıllar sonra “Böyle bir şey vardı, eskide kaldı.” deriz. Halbuki o eseri yalnızca “dinleseydik”; öldürmeseydik, güzelliğinin hakkını daha iyi verebilecektik.

Müziğin bir bütün olduğunu kavramak tıpkı evreni anlamaya benzer: İkisi de aslında “tamdır” ve “bölünemez”. Bu nedenle onu kategorilendirmek, çoğaltmak yine insan işi bir basite kaçmadan ibaret. Halk müziği, jazz, hip-hop, arabesk, blues.. Her birinin hakkıyla icra edileni arasında hiçbir fark yoktur gözümde. Bunlar yalnızca birer yöntem; bizim müziğin tamamını kucaklayamamamızdan kaynaklanan birer eksiklik. Evrenin ortaya çıkışıyla birlikte başlayan müziğin hiç durmadan bugüne kadar geldiğini hayal etmeye çalışın. Ya da Pisagor’un dediği gibi evrenin armonisi üzerine düşünün. Canlı ya da cansız, var olan her şeyin çıkardığı bir ses var ve bu sesler inanılmaz bir ahenk içerisinde birbirlerini tamamlıyorlar. Bir çok kadim kültürde de müzik geleneği çok önemli bir yere konmuştur. Şaman inancına göre kutsal sayılan bir müzik aleti olan davul aynı zamanda evreni temsil eder. Mevlana “Müzik, Allah’ın dilidir” der. Budizm’de “OM” sesinin evreni temsil ettiğine inanılır; o, hem her şeydir hem de sonsuzdur. Tolkien’in yarattığı hayali evrende her şey müzik ile başlar: “Başlangıçta Eru, Tek Olan, Elf dilinde Iluvatar derler adına, Ainur’u yarattı düşüncesinden ve onun huzurunda ulu bir müzik icra ettiler. Iluvatar, Ainur’un şarkısını izlenir görülür bir hayale çevirdi ve onlar da seyrine daldılar, karanlıkta parlayan bir ışık gibi; işte bu Müzikte can verildi Dünya’ya.”.[5]

“Müzik kâinat boyuncadır. İnsan nefsine hâkim olamayıp ona yaklaşmaya heves eder. Ve insan, varlığının müzik olduğunu anladığında susar”[6]


[1] Bu noktada bu parçanın anlaşılması çok önemli: Erkan Oğur - Eksiklik Kendi Özümde
[2] Erkan Oğur
[3] John Frusciante
[4] Red Hot Chili Peppers - 19. Jam 
[5] JRR Tolkien, Silmarillion, İthaki Yayıncılık, İstanbul, 2007, s. 65
[6] Erkan Oğur

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder