1 Ocak 2013 Salı

Milliyetçilik Üzerine Notlar

Fahri Danış

Başlarken belirtmekte fayda var; bu yazı herhangi bir yargıya varmak amacında değildir. Milliyetçilik üzerine yaptığım okumalar sırasında kenara köşeye tuttuğum ufak notların derlenmesiyle ve kaynakçada belirttiğim eserlerden yaptığım alıntılarla oluşmuş bir yazıdır. Yazının içerisinde belli bir bütünlük olmamasının temel nedeni de budur. Konular belli bir sıraya göre gitmemektedir ve yazının herhangi bir planı yoktur. Tek amaç; kafa karıştırarak ve önyargıları yıkarak yeni düşüncelerin zihninizde filizlenmesine önayak olmaktır.

  • Tek bir milliyetçilik tanımının olmamasının ve tüm bu tanımların birbiriyle çatışmasının asıl nedeni tek bir millet kavramının olmaması. “Millet nedir, neden oluşur?”. Cevaplanması gereken ilk soru.
  • Milleti oluşturan unsurlar ikiye ayrılırsa; objektif(dil, din, etnik köken) ve sübjektif(kendini bir milletin parçası görmek) unsurlar olarak bir çözümleme yapılabilir. Bu unsurlara bağlı olarak çeşitlenen milliyetçilikler görürüz: Quebec milliyetçiliği Fransızca konuşan Kanadalıları kapsar yani dil temellidir, Kuzey İrlanda milliyetçiliği Katolik İrlandalıları kapsar yani din temellidir, Kürt milliyetçiliği etnik kökene dayanır.
  • Objektif unsurlar bir topluluğu millet saymak için fazlasıyla yetersizdir. Bir milleti millet yapan asli unsur o topluluğun üyelerinin, kendilerini, milletin parçası olarak görmeleridir. Yani millet çok büyük bir oranda psikolojik bir olgudur.
  • Modern millet, etnik yapı ile siyasi egemenlik doktrini arasında sağlam bir bağ kurulduğunda ortaya çıkar.
  • Meinecke’nin üzerinde durduğu kültürel ve siyasal milliyetçilik ayrımı önemlidir. Kültürel milletler yüksek derecede etnik homojenliğe sahiptirler ve etnik yapılarıyla milli kimlikleri iç içe geçmiştir. Yunan, Alman, Rus, İngiliz ve İrlanda milliyetçilikleri kültüreldir örneğin. Organik milletlerin, yani siyasal çabalardan ziyade tarihi ve doğal güçlerle şekillenmiş milletlerin milliyetçilikleri çoğunlukla kültüreldir diyebiliriz. Britanya’daki Gal milliyetçiliğinin asli görevi Gal dili ve kültürünün yeniden diriltilmesini sağlamaktır. Tamil ve Çeçen milliyetçilikleri de günümüzde böyle bir özellik gösterir. Kültürel milliyetçilikler etnik kimliğe dayalı olduğundan dışlayıcıdır ve çoğu zaman ırk ile millet arasındaki farkı azaltır.
  • Siyasal milliyetçiliğin temelleri Jean Jacques Rousseau’ya kadar götürülebilir. Direk olarak milliyetçilik ile ilgili kafa yormamış olsa da JJR’ın “genel irade” fikri siyasi milliyetçiliğin kökenini oluşturur. Siyasal milliyetçilik teorileri hep bir şekilde milliyetlerin yapaylığına dikkat çeker. Hobstown, Benedict, Anderson.
  • “Vatanseverlik, her şeyin önüne kendi halkımıza duyduğumuz sevgiyi koymaktır. Milliyetçilik ise diğer toplumlara karşı duyduğumuz nefretin her şeyin önüne geçmesidir.” De Gaulle
  • Büyük zıtlıklar milliyetçiliğin siyasi karakterini çepeçevre sarar. Bir taraftan milliyetçilik, milli birliğin ve bağımsızlığın reçetesini önerirken, ilerlemeci ve özgürleştirici bir güç olarak görülebilir. Öbür taraftan gerici ve akıldışı bir ideoloji olarak, yayılmacı ve saldırgan bir savaş siyaseti izleyen liderlerin önünü açabilir. Gerçekten milliyetçilik, insanlarda rastlanan çok kişilikli olma sendromunun politikadaki karşılığıdır.
  • Anti emperyalist milliyetçilikler olarak adlandırabileceğimiz Asya ve Afrika milliyetçilikleri genelde ya Marksizm ile bir etkileşim içerisinde girmiş ya da İslam ile çok yakından düğümlenmiş halde bulunmuşlardır. Çin, Kuzey Kore, Vietnam, Kamboçya gibi ülkelerdeki anti emperyalist hareketler Marksizm – Leninizm ile birleşip başarıya ulaştıklarında ekonomilerini millileştirip Sovyet tarzı ekonomik planlara geçtiler. Bir çok yönüyle farklılıklar arz eden ve birbirlerine zıt iki kutup gibi görünen milliyetçilik ve sosyalizm bu üçüncü dünya ülkelerinin nezdinde omuz omuza emperyalizme karşı özgürlük mücadelesi verdiler. İslam dünyasında ise milliyetçilik ve sosyalizm çok fazla itibar görmedi yahut farklı ve marjinal diyebileceğimiz boyutlarda vuku buldu. Teorik olarak baktığımızda İslam; inananlarında, milletlerüstü bir kimlik vermiştir. İslam milleti olarak tanımlanabilecek bu kavram ilk modern varoluşunu 79 İran İslam Devrimi ile gerçekleştirmiştir. Afganistan, Pakistan, Filistin, Bosna, Çeçenistan gibi bölgelerdeki anti emperyalist mücadeleler “İslam milliyetçiliği” tanımı ile daha da güçlenmiştir. Bunun dışında, bu tarz mücadelelerin bulunduğu hemen hemen her İslam ülkesinde illegal örgütler bu kavramı sahiplenmişlerdir. Mısır, Sudan ve Ürdün’de Müslüman Kardeşler, Güney Asya’da Cemaat-i İslami, Cezayir’de İslami Selamet Cephesi, Tunus’ta Nahde, Lübnan’da Hizbullah, Filistin’de Hamas ve İslami Cihad örgütleri, az veya çok, belli güçlere karşı halklarını temsil etmekteler. İslam usulü milliyetçilik diyebileceğimiz bu akım, anti emperyalist hareketlerin İslam Cephesindeki dışavurumunu oluşturuyor.
  • Milliyetçilik teorilerinin en ilginçlerinden biri Marshall McLuhan’dan gelir: “Milliyetçilik, Gutenberg Devrimi’nin kaçınılmaz sonucudur.” der McLuhan. Öncelikle matbaa kaynaklı bilgi teknolojisinin girdiği toplumlarda ki bu toplumlar homojen harflere, gramere ve sözlüğe ihtiyaç duyacak ekonomilere sahip olanlardır, kaçınılmaz şekilde bir milliyet duygusu yarattığını ileri sürer McLuhan. Ona göre milletler “hayali cemaatler” olmak zorundadır, çünkü onların hacmi ve karmaşıklığı vatandaşların, diğerlerini yüz yüze ilişki yoluyla tanımalarını imkansız hale getirir. Matbaa teknolojisindeki gelişme ise inanılmaz sayıda insanın yekdiğerini dolaylı olarak tanımasına imkan sağlamıştır.
  • Milliyetçiliği diğer ideolojilerden ayıran en temel farklardan biri onun çeşitli ideologlar veya teorisyenler tarafından oluşturulmamış olmasıdır denebilir. Her milliyetçiliğin oluştuğu coğrafyada ona şeklini veren, “içini dolduran” bir aydınlar-seçkinler grubu vardır denebilir tabii ki ama tek, biricik ve esasları değişmez bir milliyetçilik yoktur. Birazda bu yüzden milliyetçilik içi boş bir ideolojidir. İçi boş olan şey, koşulların gerektirdiği her şeyle doldurulabilir; doldurulmuştur da ki son iki yüzyıldaki çatışmaların temelinde milliyetçi bir kırıntının bulunmaması neredeyse imkansızdır.
  • Milliyetçilikle ilgili cevaplanması gereken en önemli sorulardan biri de şudur: Milliyetçilikler zaten hep var mıydı, yani tarih boyunca isimlendirilmemiş olsa da milletlerin kendisini göstermesine yarayan bir araç mıydı yoksa bizatihi milletleri kuran, icat eden bir ideoloji midir? Bu sorunun cevaplanması millet kavramının kökenlerine inmemizi mecbur kılar ki o noktada da çeşitli bulanıklıklar peşimizi bırakmaz. Fakat Ernest Gellner bu konudaki teziyle kafa karışıklığımızı belki bir nebze azaltabilir: “Milletleri yaratan milliyetçiliklerdir.”. Ona göre milliyetçilik Sanayi Toplumunun bir sonucudur. Karşıt tarafta olanların yola çıktığı nokta ise “nation” kelimesinin tarihi geçmişidir. Bu tarihi geçmiş pek çok araştırmacı ya da milliyetçi aktörlerin, milliyetçiliği modern bir ideoloji olarak kabul etmelerine rağmen, milletin “antikliğini” savunmlarına yol açmaktadır.
  • Türk milliyetçiliğini diğer milliyetçiliklerden ayıran noktalar nelerdir veya Türk milliyetçiliğinin ana hatlarını oluşturan kavramlar nasıl okunabilir? Her şeyden önce Türk milliyetçiliği farklı milliyetçilik türlerinin izdüşümlerini içeren bir çeşitliliğe sahiptir. Irkçılıktan Turancılığa, ılımlı ve liberal formlardan anti sömürgeci milliyetçiliğe oradan sosyalist tonlara kadar hemen her tür milliyetçilik farklı zaman ve şartlarda etkili olmuş ve kendisinden söz ettirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, Anayasasında kendisini “milliyetçi” bir devlet olarak tanımlamıştır. “Atatürk milliyetçiliği” olarak tanımlanan ve ayrı bir yere konmak istenen bu milliyetçilik özünde psikolojik bir esas taşır: “Kendisini Türk hisseden herkes Türk’tür.” tanımı Cumhuriyet sonrası Türk milliyetçiliğinin esas doktrinidir demek yanlış olmaz sanırım. Bu tanımın öncesi de düşünüldüğünde görürüz ki basit bir gelişmekte olan ülke milliyetçiliği değildir. Osmanlının son zamanlarından itibaren kendini hissettiren ve Batı kaynaklı devrimlere dayanan milliyetçilik, o dönemki adıyla Türkçülük, asli olarak çok milletli bir imparatorluğun kurtuluşunu dert edinmekteydi. Bu bağlamda Türkçülüğün içindeki bazı çelişkileri görmek çok zor değil. Daha sonraki dönemlerde Kurtuluş Savaşı miti ile can bulan milliyetçilik farklı yollara ayrılarak farklı tonlara kavuşmuştur. Nihal Atsız ve takipçilerinin savunduğu Irkçı-Turancı fikirler Türk milliyetçiliğinin en sert ucunda bulunurken 1969 Adana Kurultayında farklı bir yola giren MHP milliyetçiliği bugüne kadar uzanan Türk-İslam sentezi fikrini savunmaya başlamıştır. Sultan Galiyev tarafından geliştirilen, milliyetçiliğin sosyalist yorumu Türk Solunda da etkili olmuştur. Bülent Ecevit’in “Solculuk ile milliyetçilik ayrı düşünülemez.” tezi bu bağlamda incelenebilir. Ziya Gökalp’in eserleriyle şekillenmiş ılımlı bir milliyetçilikten de söz etmek mümkündür ki Cumhuriyetin kurulması ve ardından resmileştirilen Atatürk milliyetçiliğinin esasını bu milliyetçilik oluşturur.

KAYNAKÇA


  1. TÜRKÖNE Mümtaz’er: Siyaset, Opus Yayınları, İstanbul, 2010
  2. ÖRS H.Birsen: Modern Siyasal İdeolojiler, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2010
  3. SEZAL İhsan: Sosyal Bilimlerde Temel Kavramlar, Birlik Yayınları, Ankara, 1981
  4. GELLNER Ernest: Uluslar ve Ulusçuluk, İnsan Yayınları, İstanbul, 1992
  5. ÜRER Levent: Türkiye’de Ulusçuluk, Uluslararası İlişkiler Yıllığı 1997

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder