30 Aralık 2013 Pazartesi

Gezi Olayları Özel Röportajları 3 - Doç. Dr. Burak Samih Gülboy


“Toplumsal barışı üretebilecek en önemli olaylardan biriydi.”
Gezi olaylarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Demokrasi tarihi açısından bir kırılma noktası olacak mı ya da bir başka deyişle demokrasi tarihimizde belirgin bir etkisi olur mu?

27 Aralık 2013 Cuma

Gezi Olayları Özel Röportajları 2 - Prof. Dr. Levent Ürer

“Gezi olayları bir siyasal katılım göstergesi olarak oldukça etkin oldu ve tabi o güne kadar sakin, suskun, politik olmayan bir gençliğin birden ne kadar politize olabileceği algılandı.”
Gezi olaylarının siyasi açıdan bir kırılma olduğunu düşünüyor musunuz?

24 Aralık 2013 Salı

Gezi Olayları Özel Röportajları 1 - Prof. Dr. Nevin Ateş


“… Gençler artık kendilerine dikte edilecek toplumsal, kültürel ve hatta kendi özel yaşamlarına müdahale edecek siyasal söylemleri çok dikkate almıyorlar. onlar partilerin grup toplantılarında biteviye bağırıp çağıran ya da birtakım şeylerin olması konusunda bağırıp çağıran liderleri artık önemsemiyorlar..”
Derslerinizde ülkede demokrasinin hala tam anlamıyla yerleşmediğini, hala bunun sancılarının yaşandığını söylüyorsunuz. Gezi olayları bu sürece, demokrasi deneyimine, ne ölçüde katkı sağladı? Buna bir demokrasi mücadelesi diyebilir miyiz? Yani gezi direnişi bu sancılı süreç için ne ifade ediyor?

23 Ekim 2013 Çarşamba

Tarihin Penceresinden İtalya Yarımadasına Bakış

Hasan MISIR


· M.Ö. IX. yy’dan itibaren Abruzzo Bölgesi’nde yaşamış olan Etrüsklerden tevarüs eden kalıntıları gördüğümde, bu kavmin dili ve orijini ile ilgili bilinmezler beni çok etkilemişti. Bilinen; M.Ö. 396 yılında en büyük Etrüsk kenti olan Veio’nun Romalılarca istila edilmesiyle, bu uygarlığın; mimarisi, sanatı, hukuku ve kültürüyle Romalılara tevarüs etmiş olduğudur.

Vicdanın Sızlamaz Mı Senin Hiç?

Kerem KAYMAZ

“Duygularınızla hareket ediyorsunuz savaşın da gerekçeleri vardır.”

Bizlere duygularınızdan arınınız diyorsunuz ama siz dahi aklınızı yüceltip buz kesen kalbinize baktığınızda ne denli duygusal olduğunuzu ne biçim bir coşkunlukla hareket ettiğinizi göremiyorsunuz. Sözlerinizi aklınızda tartarken insaflı olunuz. Bakınız insaf dedim. Ben bir duygusalım. Duygu dışı bir hayatı daha keşfedemedim ama size göre bu var. Tabii bunu kanıtlarsınız da tüm metanetinizle oturup savaşın gerekçelerini bir bir anlattığınız o meşhur kalın kalın kitaplarınızla. Bir budalanın dağın tepesine çıkıp tüm insanları gözlemleyebilmesiyle hayatı idrak ettiğini sanması gibi sizler de yüce makamlarınızda kitaplarınızdan oluşturduğunuz fildişi kulelerin arasından aynı idraki paylaşırsınız. Adlarınız değişir ordinaryus, yazar, gazeteci olur, kimisi de filozof deyiverir kendisine. Sonuçta hepiniz akıl çağının ürünü çok zeki varlıklarsınız. Karşınızdakiler mi duygu selindeki aptallar mı ah o işe yaramazlar, ah o romantikler!

2 Eylül 2013 Pazartesi

Savaş, hiledir, hileden ibarettir*

                                                                                                                                                                                                   Kerem Kaymaz 
    

    Son birkaç haftadır bir ülkenin geleceği yoğun şekilde konuşulur oldu bu ülke Ortadoğu'da baas rejiminin hakim olduğu son devlet: Suriye. Kimyasal silahların, insanlık dramlarının ve bir o denli daha ajitasyonla karışık malzemenin medyada sıkça servis edildiği şu aralar, artık hangi füzelerin hangi uçakların savaşta kullanılması gerektiği konuşulur oldu tıpkı birinci körfez savaşında ve Irak işgalinde olduğu gibi. Mısır’da darbe karşıtı gösteride öldürülen Esma’ya karşı ağlayan Neo-Osmanlıcılar daha fazla Esma’nın ve sivil halkın katline sebep olacak her türlü hareketin bayraktarlığına soyundu. Barış ve demokrasi diye bağıranlar öncelikle barış için savaşılması gerektiği tezini ileri sürmekten geri kalmıyor. Türkiye tüm bu süreçlerden sonra dinamik dış politikasıyla yeni bir statüye kavuşuyor: Ortadoğu'nun mahalle delikanlısı.                                                                                   

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Batılılaşma: Bir Kimlik Bunalımı

Gözde TÜTMEZ



“Ataerkil kültürde, aile ve grup üyelerini bütünleştiren, birbirlerine bağlayan bağ; “baba”lar ve “oğul”lar arasındaki rekabet nedeniyle derin bir sarsıntı geçirir. Önceden dış dünyaya yöneltilen ve yönlendirilen saldırganlık dürtüsünün bir bölümü, ataerkil kültürde iç dünyaya ve iç dünyanın toplumsal uzantılarına yöneltilir. Babalar ve oğulların, tanrılar ve çocuklarının dış dünyaya karşı verdikleri hayatta kalma mücadelesi; şimdilerde tüm gücü elinde tutan hükümran baba ve babanın tüm otoritesini uyguladığı insan topluluğu arasında bir çatışma ve sürtüşme ortaya çıkarmıştır. Manic fantezilerini baba üzerine projekte eden oğullar, babanın kendileri üzerinde güç kullanmasına öfkelenirler ve babanın sahip olduğu gücü elde etmek için onu “yutarlar”. Bu tutumun kendilerini yalnızlığa ve pişmanlığa ittiğini gören oğullar, öldürülen babanın intikamından korkarlar ve babanın otoritesini “çaresiz” kabul ederler. Ardından ise tapınma, kulluk ve teslimiyet doğar.”

“Ödipal kompleksin temeli olan cinsel haz dürtüsünden sıyrılmak için, babalar oğullarının dışarıdan evlilikler yapmasına, bağ kurmasına izin vermiş ancak bu tutum insanoğlundaki güvensizlik, engellenme ve sınırlılık halinin var olmasına sebebiyet vermiştir. İnsanlar hem kendilerine hem birbirlerine güvenmemeye başlamışlar; doğru ve yanlışa ilişkin yargılarını ilahi, atanmış krallarına, yargılayıcılarına, papazlarına havale etmişler; artık kendi arzularına ve saiklerine güvenlerini yitirdikleri için bunların yüksek hikmetlerine ve otoritelerine bağımlı hale gelmişlerdir.

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Batı Demokrasisi, Sosyal Medya ve Arap Baharı

                                                                                                                                         Esma ERDAL


Ortadoğu ülkelerinin halkları tarafından Aralık 2010’dan günümüze değin, Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde rejim, yönetim, yönetici değişimleri başta olmak üzere değişikliklere, revizyonlara ve yenilenmelere yol açan, protesto, ayaklanma, kalkışma, devrim, başkaldırı ve daha birçok adlandırmayla söz edilen Arap halk hareketleridir.”

Baharın ilk ateşinde savrulan küller, Tunuslu üniversite diplomalı Muhammed Buazizi adlı gencindir. Zabıta görevlilerince, seyyar satıcılık yaptığı tezgâhı ile mallarına el konulmasının ardından daha fazla dayanamayan Tunuslu genç kendini yakar. Bu olaydan sonra başlayan gösterilerde, göstericilere karşı ateş açan polisin şiddet kullanmak yerine eylemcileri koruması gerektiğini savunan Tunuslu blog yazarları ‘polise karşılık olarak yasemin verelim’ sloganıyla yola çıkarlar. Ülkelerinin sembolü olan yasemin çiçekleriyle özdeşleşen bu durum sosyal paylaşım ağlarında da bu şekilde yankı bulur. Böylelikle Yasemin Devrimi adı ortaya çıkar. Ayaklanmalar Mısır ve Libya’ya da sıçrar. Bundan sonrasında domino etkisi gibi etki alanı genişleyerek büyür.

6 Temmuz 2013 Cumartesi

Gör, Anla, Dinle

                                                                                                                  Mey TANAR


2013 Türkiye’sinde bugüne kadar eşi görülmemiş bir eylemin içerisindeyiz. Eşi görülmemiş diyorum çünkü sayısı bu kadar fazla olan her görüşten, milletten insanın katıldığı eylemde direnişçilerin elinde sirke ve limondan başka ‘silah’ yok.

Gezi Parkı eyleminin başlangıcı İstanbul’un göbeğindeki nadir yeşil alanlardan bir tanesini daha beton yığınına çevirmemek içindi. Bu masum başlangıca yapılan kabul edilemez sertlikteki polis müdahalesi eylemi başka bir boyuta taşıyarak insanların içinde biriktirmiş olduğu isyan duygularını açığa çıkardı. Halk için hizmet vermesi gereken polisin halka saldırması sonucu, polisin emir aldığı makamlara döndü gözler. 11 yıldır tek başına iktidarda olan kendine destek vermeyen insanların isteklerini görmezden gelen ve kurallarıyla yıldırmaya çalışan AKP hükümetine karşı bugüne kadar hiçbir başkaldırı olmadı. Bugün bu başkaldırıyı da hükümetin askerleri konumundaki polisin halka yaptığı zulümler tetiklemiştir. Kırmızı elbiseli kız, tomanın karşısında tek başına barikat olan kız, İzmir’de taksilerin polisle halkın arasında barikat oluşturması, Çarşı, Redhack her biri direnişin simgesi oldu.

2 Temmuz 2013 Salı

Sivas'ı Unutma!

Büşra KILIÇ

“Gün gelir sanma hesap sorulmaz,
Dayanır kapına, Pir Sultan ölmez!”*
Tarih 2 Temmuz 1993. Yer: Sivas. Türkiye, utanç günlerinden birini yaşıyor. Kutuplaşma, galeyana gelme, fişleme; geçmişten gelen ve gelecekte de devam edecek olan dış mihrak oyunları… Kendinden olmayanı düşman belleyenlerin yaptığı katliam, fani bedenlerini aldığı insanları hafızalardan silemedi. Vicdan azabına,adalet terazisine asla erişemeyecek olanlar; hatırladıkça, düşündükçe içi yanan insanları anlayamazlar. Belki o günlerin tanığı olmayan ve bugünlerde yine kutuplaşma ile yüz yüze kalan doksan nesli de anlayamaz. Duymak, bilmek bile kötüyken şahit olmak nasıl bir acıdır tahmin edemiyorum. Bugün bizlere “28 Şubat’ta neredeydin, 2 Temmuz’da neredeydin?” diyenlere cevabımız: “ÇOCUKTUK! MASUMDUK! DÜNYADAN HABERİMİZ YOKTU!” Ama madem akıl kemale erdi, geçmişteki yaraları tek tek hafızamıza işlemeliyiz. Unutursak tekrar yaşarız. Unutursak zalim oluruz.

22 Haziran 2013 Cumartesi

"Slogan Bulamadım"

Gözde TÜTMEZ

İki haftadır Gezi Parkı’nda, yıllardır uyuyan güzel edasıyla salınan güzel halkımızın ‘diriliş’ine şahit oluyoruz. Belki birkaç ağaç, belki yediğimiz her lokmaya gizlenmiş afyon, belki içki yasağıyla gelen ayıklık, belki hakarete uğrayan her insanın onur mücadelesi; bizleri, sizleri, onları, ötekileri, berikileri sokaklara döktü. Ülkenin her bir köşesinde tencereleri, tavaları, ruhları, bedenleri ve ‘orantısız zekaları’ ile herkes ses vermeye başladı.

Noldu da bu insanlar böyle yırtıp attılar kefenlerini? Noldu da uyuyan güzeller uyandı uykusunda? Baş belası twitter’da ismini hatırlayamadığım biri ’90 nesli pokemonu yasaklatan çocuktan beridir kimseye böyle sinirlenmemişti.’ diye yazmış. Güldüm okurken, haklıydı. Herkesin geleneklerinden kopuk, gözleri kapalı, zihni afyonlu diye yaftaladığı bu meşhur ‘apolitik’ gençlik noldu da böyle zekaları ile bağırmaya başladı?

7 Haziran 2013 Cuma

Temsili Demokrasiden Katılımcı Demokrasiye Giderken: Sosyal Medya ve İnternet


İbrahim ALTUNBAŞ
Teknolojiler yalnızca insanların kullandığı icatlar değildir, insanları yeniden icat eden araçlardır. Marshall McLuhan

İnsanlık, ‘gençleri doğru yoldan ayırdığı ve devletin tanrılarına inanmadığı’ gerekçesiyle Sokrat'a baldıran içiren Atina Demokrasisi’nden bu yana büyük dönüşümlerin içerisinden geçti. İnsanlığın yarattığı demokrasi, dün Sokrat’ı idam ederken bugün ürettiği yeni kavram ve ilkelerle onu beraat ettirdi. Düşünsel evrimi sürecinde ‘demokrasi’ kavramını Antik çağlarda üreten insanoğlu, şüphesiz ki değişimi de algılayacak ve kavramsallaştıracak bir düzeye de erişmişti. M.Ö. Anadolu’nun Batı Kıyısı’nda yaşayan Efesli Heraklitos ‘değişmeyen tek şey değişimin kendisidir’ dedi ve belki de insanlığın yanıtını merak ettiği nereye gidiyoruz sorusuna yanıt vermiş oldu; değişmeye gidiyoruz. Değiştik de… Ve bu değişim süreci insanlığın büyük dönüşümler yaşamasına neden oldu. İnsanlık tarihini, bu büyük dönüşümler penceresinden pek çok şekilde bölebiliriz. Oysa bugüne kadar insanlık temelde üç büyük dönüşüm süreci içerisinden geçti.[1] Bunlardan ilki organize tarıma geçişken diğeri sanayileşmedir. Üçüncü süreçse bugün içerisinde bulunduğumuz ve selamlamakta olduğumuz “enformasyon çağı”[2]dır. Hep beraber ‘Ağ Toplumunun Yükselişi’ne tanıklık ediyoruz.

6 Haziran 2013 Perşembe

Bir Çapulcunun Gezi Yazısı

                                                                                                                  Özgür Can ARAZ

30 Mayıs 2013 Perşembe sabahı 06.30 suları, tamamı üniversite öğrencisi 5-6 kişilik bir grup İnönü Stadı’nın üst tarafından Taksim’e doğru yürüyoruz. Kaldırımın yan tarafında yeşillik bir alanı sulayan ve bizi de ıslatan fıskiyenin hepimize hatırlattığı şey TOMA oluyor ve ardından gelen önlenemez bir geyik muhabbeti… Sabah’ın 5’inde Gezi Parkı’nda hilal taktiğini andıran bir şekilde ablukaya alınıp manasızca biber gazına doyurulan, düşman askeri püskürtülürmüş gibi püskürtülen ve geride kalan köyleri yağmalanır gibi bir kısmının eşyaları mahvedilen bir avuç insandan birkaçı biz değilmişiz gibi gülüyoruz. Gezi Parkı’nda yaşananlarla ilgili en çok üzerinde durulması gereken meselelerden biri bu bence; insanlar gülüyor, gülebiliyor. İnsanlar tedirgin oluyorlar, kızıyorlar, üzülüyorlar, öfkeleniyorlar ve bazen çok ama çok öfkeleniyorlar ama her gün metrobüse, tramvaya, vapura binerken birbirini itip kakan İstanbul halkının gerginliğinden, anlayışsızlığından orada eser yok gibi. Ayrıca mizahın tersi ne kadar pis, ona da şahitlik ediyoruz.

Önceki hafta Çarşamba akşamından bu yana Taksim’de yaşananlara tanıklık ediyorum pek çok arkadaşımla beraber. Bundan bir hafta önce; karşılaştığım, konuşmasını dinlediğim, yazısını okuduğum insanlardan hiç birinin öngöremediği gibi bizde şuan yaşananları öngöremiyorduk. Bundan sonra neler yaşayacağımızı da net olarak öngörmek çok zor. Çok enteresan bir süreç yaşadığımız ortada. Destek büyüdükçe büyüdü ve Türkiye’nin hemen hemen her yerinde eylemler çoğaldı. Geçtiğimiz haftasonu tepkilerin bir anda çoğalması çok büyük kitlelerin sokağa dökülmesi ve ardından polis tarafından kapatılan Taksim ve Gezi Parkı’nın geri alınıp halk tarafından polise kapatılmasıyla farklı kaygılar da doğdu. Cumartesiyi pazara bağlayan gece pek çok insan Taksim'de yaşananların kontrolden çıkabileceğini düşündü. Fakat gezi parkı direnişinin, “kontrol edenleri” olmayan gerçek sahipleri bu kaygıları kırmayı bildi. Bence bu anlamdaki en kritik çaba Pazar sabahı Taksim ve çevresinin direnenler tarafından temizlenmesiydi. Herkesin takip ettiği gibi sonraki günlerde buna pek çok yaratıcı eylem eklendi. Peki bu koca bir hafta içinde kontrolünün sahibi, sorumlusu belli olan devlet ne yaptı?

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Eğitim(!) Yuvası

Gözde TÜTMEZ

Bundan yaklaşık 1 ay önce İstanbul Ümraniye’ye bağlı 75. Yıl Dudulu Cumhuriyet Lisesi’nde çıkan kavgada 3 kişi bıçaklandı. Haberlerde öylesine değinilip geçen bu konudan, belki de pek çoğunuzun göz aşinalığı bile yok. Belki benim de haberim olmayacaktı, orada öğrenim gören bir akrabam hatta çok yakın bir akrabam olmasa…

Kavganın çıkma sebebi hakkında başlarda kimsenin bir fikri yoktu. Çocuklar tartışmışlar, aman kız meselesidir gibi dümdüz cümlelerle geçiştirilen bu konu, ilerleyen süreçte öğreniyoruz ki aslında hiç de dümdüz değilmiş. Yukarıda da bahsettim size 3 kişi bıçaklanmış kavgada, ikisinin durumu iyi ama birinin durumu ağırmış. Olayın ilk 1 haftası kimse bu kavganın neden çıktığını, neden birinin o soğuk ameliyat masasında can çekiştiğini bilmiyordu. Bilinen tek şey sürekli devam eden bir kan arayışı ve ağır olduğu söylenen kritik bir durumdu.

26 Mayıs 2013 Pazar

An'ı Yaşamak

Büşra KILIÇ


Zaman ve mekandan münezzeh saydığımız Tanrı dışında hiç birimiz zamansızlığa, hiçliğe, durağanlığa ulaşamadık. Önceliklerimiz olduğu andan itibaren, sonraya bıraktığımız her şey zamanın yarattığı ürünler. İlk önce zaman yaratıldı ve zamana dair kelimeler kullanmadan cümle kuramıyoruz bile. Zaman hep vardı ve belki de dünya yok olduktan sonra da var olmaya devam edecek. Varlığında mütabık olsak da zamanın bize yansıyışı göreli ve zafiyet derecesinde takıntı oluşturan bir yansıma. Öyle bir takıntı ki; havada asılı kalmış “an”ın hipnozu bizi çepeçevre sarmalıyor, dünü ya da yarını düşünmüyoruz. Sanki yazdığım yazı, oturduğum sandalye, içtiğim soda, dinlediğim şarkı hep varmış ve hep var olmaya devam edecekmiş gibi. Ve sanki okuduğunuz kelimeler, cümleler ve nihayetinde yazının bütünü hep varmış ve var olmaya devam edecekmiş gibi.

23 Mayıs 2013 Perşembe

Prof. Dr. Aslı Tunç ile İnternet ve Medya Üzerine Söyleşi

Özgür Can ARAZ

İnternet gün geçtikçe hayatımızdaki yerini daha   da perçinliyor. İnsanların dönüşümlerine de tanık ve hatta müdahil konumda. Sosyal medya yüz milyonlarca insanın katılımıyla bir anlamda alternatif bir dünya kurgulamış durumda ve daha da önemlisi bu dünya fiziksel olarak var olduğumuz dünyadaki pek çok şeyin yerinden oynamasında etken hale gelmiş görünüyor. Siyasetten sosyal yaşama, örgütlenmeden öğrenme biçimlerine kadar tüm eylemlerimizin şekilleri de bu dönüşümden nasibini alıyor. Bireylerin haber alma ve ifadelerini ortaya koyma biçimleri değişiyor; yeni bir medya, yeni bir hareket alanı gelişti ve gelişiyor. Bu süreç heyecan uyandırdığı gibi yeni soruları da beraberinde getiriyor. Bu soruları –en azından küçük bir kısmını- yöneltmek ve aldığım cevapları sizinle de paylaşmak için bir bilene danıştım. Kendisiyle söyleşi yapmamı kabul edip beni Santral Kampüsü’nde ağırlayan Bilgi Üniversitesi öğretim görevlisi Prof. Dr. Aslı Tunç ülkemizdeki ve dünyadaki pek çok gelişme ışığında görüşlerini dergimizle paylaştı.

22 Mayıs 2013 Çarşamba

Minerva 13. Sayı




Okumak için tıklayınız

Kayıp Çocuk: Veda

Mine Yişil


Zaman ve veda farklı gibi gelir insana ama farkı sıfıra indirgediğin bazenler vardır ya şimdi o bazenlerdeyim. İkisi de ne kadar iç içeymiş meğerse hatta akraba denecek kadar net. Veda zamanın kaybolmuş çocuğudur.  Her kayıp bulunmak ister elbet ama bu öyle bir kayıp değil. Söylesenize kim veda dolu bir anı her zaman yaşamak ister, kim ister onu yanında? Zaman da istemedi tabi ki.

Ondandır eminim veda her bulduğu fırsatta zamanın arasına öylece sıkışır. Gelişine sevinenini görmedim daha, hüzünlüdür, gözyaşı akıtmazsa boğazda bir gıcıklık yapar elbet. Bu ağlamak istiyorum ama yapamıyorumun kısaltmasıdır. Her kısaltma özünü nasıl yansıtmazsa bu da öyledir biraz. Ne duyguyu tam yaşatır ne düşünceye daldırır. Kafanı kaldırır bakarsın semaya parlayan bir yıldız görürsen ne âlâ! Veda güçlenmiştir nasılsa, her istenmeyişini anladıkça.

Şimdi anlıyorum vedanın ne denli acımasız olduğunu içten içe haykırdığım her elveda sözcüğünde, her kafamı çevirdiğim ama göremediğim aradıklarımda, her an biraz daha uzaklaştığım yakınlıklarımdan, her dediğim her şeyin sonuna kendimi ufaladıkça ve zamanın çaresizliğini avuçlarımda dolu dolu hissettikçe anlıyorum. Her vedayı anladığım dakikalarda kayboluyorum zamanda. Ne de olsa birinin yaptığı en işi şey, diğerinin öğrendiği en iyi şey. KAYBETMEK... Ben de anladıkça kayboluyorum şu anda çünkü şairin dediği gibi ne içindeyim zamanın ne de, büsbütün dışında.

16 Mayıs 2013 Perşembe

Ölmeye Yatmak

Tuğba EKİCİ

Roman bir otel odasında Aysel’in ölmeye yatmasıyla başlar. Odaya girer, kapıyı kilitler, perdeyi açmaz. Sadece kendisiyle kalmak ister. Fakat ardında bıraktıkları aklına gelir, yaşadıklarını düşünür. Yattığı yerden hayatını sorgular. Ve geriye dönüşler başlar. Kitap 7.22 ve 8.49 arasında geçen zamanda Aysel’in gözünden hayatının bazı kesitlerinin anlatılışıdır.

Ölmeye yatan birisinin aklından neler geçer? Ki bu birisi aydın bir kimse, bir öğretim üyesi ve bir kadınsa. Aysel’in aklından geçenler; öğrencilik yılları, ailesi, ilişkileri olacaktır. Kendini keşfetmeye çalışır.Kendisiyle birlikte toplumu ve değerlerini de sorgular. Bir şeylere hep geç kalınmıştır.

Kitapta Atatürk sonrasında yetişen yeni bir nesil anlatılır. Kitap bu neslin arada kalmışlığını, uygarlaşma adına hayatlarına kattıkları şeyleri aslında o kadar da benimseyemediklerini anlatmaya çalışır. Romanda gençlerin düşüncelerinin bazı ideolojileri temsil ettiğini görürüz. Böylece dönemi siyasi ve sosyal açıdan da algılayabiliriz. Yazar o döneme ait gazete haberleri okutturur bize. Türkiye’yle kalmayıp başka ülkelerden de haberler verir.

Ağaoğlu’nun dar zamanlar üçlemesinin ilk kitabıdır. Konusunun güncelliğini koruduğunu söyleyebiliriz.

Ölmeye yatmak, “Aysel’in –bir aydının- kendini sorgulaması ve bireyselleşme çabası”dır.

14 Mayıs 2013 Salı

Modern Dünyayla Tanışmak

Sevinç Ödül Patır

İstanbul Modern Sanatlar Müzesi, kapısından girdiğiniz andan itibaren farklı bir dünyanın, farklı algıların, farklı insanların var olabileceğini sizlere kanıtlıyor. Var olan gerçeklik algısının ne boyutta değişebildiğini, farklılaştığını ve tamamen yıkılabildiğini anladığınız anda hayata bakışınız değişebiliyor.

“Modernlik? Fransa ve Türkiye’den Manzaralar” sergisi, oldukça etkileyici bulduğum bir “modernlik” algısı yaratmış. Gerçek anlamda kapısından ilk girdiğim andan itibaren düşüncelerim birbiri ardına sıralanarak, birbirinin ayağına basarak, koştur koştur ağzımdan dökülmeye çalıştı.

Kapıdan girdiğimde bana “Hoş geldin, burası bambaşka bir dünya; burada gerçeklik çok başka, modernlik ise şaşırtıcı!” diyen eser Kader ATTIA’nın “Untitled (skyline)” adlı çalışmasıydı.


Günümüzde evimizin olmazsa olmazlarından olan buzdolapları ve günümüz şehirlerinin olmazsa olmazı gökdelenlerin nasıl bir araya geldiğini gördüğümde oldukça şaşırdım. Zira bakınca, ‘Hah bunu bende yapabilirdim!’ dediğiniz şey; aslında hiç birimizin aklına gelmemiştir Kader Attia dışında. Çeşit çeşit, boy boy buzdolaplarının üzerlerine yapıştırılmış sıralı ve minik aynalar, üzerinize gelen bir şehir siluetini oldukça iyi yansıtmıştı. Şehir stresi, dünyanın şehirleşme algısı, şehirlerin değişen siluetleri ve üzerinize gelen binalar… Hepsi oradaydı ve bir dokunma mesafesindeydi. Adeta duyguların somutlaştırılmış haliydi.

Grillo, Casaleggio ve Blog

Rasim Mert ÖZÇELİK

İtalya’da yeni bir siyasi hareket var: 5YH. 5 Yıldız Hareketi, son seçimlerden birinci çıktı ve parlamentoya 162 vekille girdi. Eski komedyen yeni politikacı Grillo ve internet gurusu Casaleggio bu hareketin lideri, daha doğrusu sözcüsü, kendilerini öyle tanımlıyorlar. Bu ikili ilk kez 2004'te Livorno'da, Cenovalı komedyenin gösterisinden sonra karşılaştı. 2005'te kurdukları blogla, 8 yıl boyunca, görüşlerini halka ulaştırdılar. Genellikle blogu kullanan Grillo, ara ara da meydanlara inip konuşmalar yaptı. Blog merkezli hareket, büyük bir başarıya imza attı. Ancak çıkardığı 162 vekilin içinde ne Grillo ne de Casaleggio var.

Casaleggio, 1954 Milano doğumlu bir iş adamı. İnternet iletişimi ve stratejileri alanında faaliyet gösteren, Casaleggio Associati'nin başkanı. Grillo, yeni hareketin en öndeki ismi, şunları söylüyor: “Bildiğimiz demokrasi, tanıdığımız haliyle bitti. Demokrasi farklı şekil alacak. Partiler aracılığıyla biçimlenen klasik temsili demokrasilerin sonuna gelindi. Bundan böyle aşağıdan yukarı örgütlenen katılımcı demokrasi çağı başlıyor." Grillo seçimlerden önce İtalyanlara pek çok vaatte bulundu. Euro’dan çıkmayı kimse aklına bile getirmek istemezken, bu konuyu referanduma götüreceğini söyledi. İtalya’nın yaşadığı kaosta ön plana çıkan 5YH, seçimlerden birinci çıkarak gücünü gösterdi. Ancak yaşanan hükümet krizinden sonra, 5YH'nin muhalefete düşmesi, şimdilik planları erteledi

9 Mayıs 2013 Perşembe

Modernlik?

Büşra KILIÇ


Modern bir saç stili oluşturabilir, modern kıyafetler giyebilir, modern koltuğumuzda modern televizyonumuzdan belgeseller izleyebiliriz. “Modern” artık her ne ise, onu her şeyde kullanabiliriz ama hiçbir şeyde kullanamadığımızı fark etmemiz biraz zor. “Daha farklı ise moderndir” algısından yola çıkarak moderne ulaşmaya çalışmak, karanlık bir odada el yordamıyla yolu bulmaya çalışmakla aynı aslında. Ulaşmaya çalıştığımız “modernlik” dostumuz ya da düşmanımız her ne ise onu tanımaya çalışmak, ona ulaşmayı gerçekten de isteyip istemediğimizi anlamamız için bir mum ışığı vazifesi görebilir.

5 Mayıs 2013 Pazar

Plaza De Mayo’dan Galatasaray'a: Bitmeyen Mücadeler

Sevinç Ödül PATIR


İşkence bir insanlık suçudur. Her ne durumda olursa olsun asla kabul edilemez, affedilemez bir suçtur.

Hiç düşündünüz mü sevdiğiniz bir insan bugün yanınızda, yarından sonra bir daha hiç haber alamadığınızı? Nerde kimle hiçbir şey bilmediğinizi hiç düşündünüz mü? Ve onların işkenceye maruz kaldıklarını bildiğiniz halde onlara ulaşamadığınız oldu mu? Dünyanın pek çok yerinde pek çok insan bu söylediklerimi yaşadı. Cumartesi Anneleri ve Plaza de Mayo Anneleri ise seslerini duyurabilen, duyurmak için de mücadele edenlerden…

2 Mayıs 2013 Perşembe

Yasaklı 1 Mayıs

Halil İbrahim EKİZCE


Bugün ''Yasaklı Gün''e uyandık sıcak yataklarımızdan. Başbakan Erdoğan ve adamları Vali Mutlu, Emniyet Müdürü Çapkın yine hep bir ağızdan Taksim'deki kutlamaları veto ediyor. Bahaneleri; Taksim'in inşaat alanı olması. Ne de kolay yasak koyuyorlar 77'yi anmak isteyen işçilere, emekçilere ve kendilerine muhalif herkese... Kazlıçeşme'yi gösteriyorlar adres olarak; ''Biz mitinglerimizi burada yapıyoruz.'' diyerek Erdoğan(lar). - Kraldan çok kralcılar ya hani - Ama atlıyor ki; her mitingine yüzlerce otobüs kaldırıyor, çalışanların mitinge girişinden emin olmak için yaka kartı uygulamasını kullanıyor. Aslında mitingime gelmek zorunlu değil, mecburi diyerek demokrasi dersi veriyor cesur(!) lider.

30 Nisan 2013 Salı

Balkanlardan Bir Parça

Gülfem SEZEN 

-MAKEDONYA- 

Balkanlar deyince öncelikle hangi ülkeleri barındırdığını bilmek gerekir. Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya, Kosova, Bosna Hersek, Romanya, Arnavutluk, Hırvatistan, Karadağ, Slovenya ve Sırbistan’ı içerir. Balkanlar uzun yıllar çeşitli imparatorlukların egemenliğinde yaşamış bir bölgedir. Özellikle göze çarpan üç imparatorluk vardır. Büyük İskender, Roma ve Osmanlı. Kuşkusuz ki bölgede önemli izler bırakmışlardır. Bugün Balkanlar’da çeşitli milletler bir arada yaşamaktadır. İşte bunu da geçmişinde imparatorluklar altında yaşamış çeşitli milletlerle bağdaştırabiliriz.

Bu yazımda kısaca Makedonya’yı ele alacağım. Bugün Makedonya’da nüfustaki yerlerine göre sıralarsak Makedonlar, Arnavutlar ve Türkler ilk üç sırayı alır. Bunların dışında Sırplar, Romanlar, Boşnaklar da yaşamaktadır. Makedonya’nın başkenti Üsküp’te gezeceğiniz sokaklarda adeta Türkiye sınırları içindeymişçesine gezebilirsiniz. Çünkü özellikle bu bölgede Türk nüfusu fazla ve Türkçe konuşulmaktadır. Ancak Üsküp’te de Vardar Nehri bir sınır teşkil ediyor belki de Türklerle Makedonlar arasında. Bir taraf Türklerin bir taraf Makedonların yerleşim alanı olmuş durumda. Sadece bir köprüyü (Taş Köprü olarak adlandırılan köprü) yürüyerek geçtiğinizde kültür farklılığını gözlemleyebilirsiniz. Dil, din, örf, adet vb. Ancak bu iki farklı kültür yıllardır bir arada yaşamayı sürdürebilmiştir. Bahsettiğimiz Taş Köprü’nün de tarihi çok eskiye dayanmaktadır. Taş Köprü, Üsküp’te Vardar Nehri üzerinde bulunan Osmanlı’dan kalma bir köprüdür. Köprünün her iki tarafında nehir kenarındaki çeşitli restoranlarda bölgeye özgü yemekleri tadabilirsiniz. Ve nehrin kuzeyinde bulunan tarihi Üsküp Kalesi’ni gezebilirsiniz.

29 Nisan 2013 Pazartesi

Tecavüze Hadım

Halil İbrahim EKİZCE

Hadım yasası, 2011'in Şubatı'nda AKP İstanbul Milletvekili Alev Dedegil önderliğinde birkaç AKP milletvekili tarafından da ülkemizde tekrar gündeme getirilen dünyada da uzun zamandır süregelen tartışma konusudur. Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlal eden kişinin alacağı cezanın kimyasal hadım yöntemi ile gerçekleştirilmesidir.

Burada önemli olan nokta bu cezanın 'kimyasal yollar''dan yapılacak olmasıdır. ''Hırsızın elini keselim, adam öldüreni idam edelim'' den çok farklıdır bu yönüyle. Tecavüz suçu sabitlenmiş kişinin periyodik olarak ilaç alarak testesteron hormonun azaltılması ile ''süt dökmüş kedi''ye dönüştürülmesidir. Bu sürede çocukların yoğun olduğu park, okul gibi yerler ve mağdurun yaşadığı muhitten uzak kalma, kamu işinde çalışma gibi alt başlıklar olsa da duruşumuz; suçlunun devlet nezdinde vücut bütünlüğüne dokunulma hakkının olup olmamasıdır.

24 Nisan 2013 Çarşamba

Postmodern Yazı

Büşra KILIÇ 
“Zevkler ve renkler tartışılmaz!” 
Bir sanat eserini, birinin giyim tarzını ya da bazen hiç de önemli olmayan herhangi bir tartışan kişileri susturmak için üçüncü kişinin kullandığı motto. Bu mottoyu ne zamandan beri duyarım, kim çıkarmış, nasıl bu kadar ünlü olmuş bilmiyorum. “Neyse bu saatten sonra kimse kimsenin görüşünü değiştiremez” cümlesi ile kapanan siyasi tartışmalar gibi, ‘olaya noktayı koydum ve söyleyeceğin şeyler artık umurumda değil’i kapsar esasen. Sanat eserleri bir ayna gibi herkeste farklı yansımalar doğurur. Ancak bu, farklı yansımaları tartışamayacağız anlamına mı gelir? Sanatın yansıyışını konuşmak ya da konuşmayıp konuyu kapatmak bizi sanat tarihinin temel sorusuna götürüyor aslında. “Sanat; sanat için midir, toplum için mi?” Sanatçı sanatı sadece kendi duygularını yansıtmak için üretiyorsa onun anlaşılması sanatçı için önemli midir? Anlaşılmazsa sanat olur mu? Yahut sanatçı yeteneğini toplumun duygularını anlatmak için ‘kurban’ mı etmelidir? Belli bir mesaj vermeye çalışarak yaratıcılığını köreltmez mi? Bu tip soruları sormaya başladığımız an sanatın üretim aşamasına katılıyoruz ve bu da demek oluyor ki tartışmaktan kaçamayız.

16 Nisan 2013 Salı

Demir Leydi

Merve Nur BAYRAKTAR
 
1940’lı yıllarda İngiltere’de bir bakkalın kızı kimya bölümünü kazanabilir. Bu bölümü Oxford Üniversitesi’nde de okuyabilir. Bunlar pek tabii olabilir gözüyle baktığımız süreçler. Fakat aynı kadının güneşin batmadığı ülkede siyasete atılması; üstelik en tepeye kadar çıkması görülmüş şey değildi. Ta ki- anladığınız üzere- geçtiğimiz günlerde son yolculuğuna uğurlanan Margaret Thatcher’a kadar.

Thatcher, 1959-92 yılları arasında Londra'daki Finchley bölgesinden Muhafazakar Parti milletvekilliği, partisinin muhalefette kaldığı dönemde Eğitim ve Bilim bakanlığı yaptı. 1979 yılında Muhafazakar Parti'nin iktidara gelmesinin ardından Başbakan seçilen Thatcher, 11 yıl 209 gün başbakanlık koltuğunda oturarak Lord Salisbury'nin ardından İngiltere tarihinin en uzun görevde kalan başbakanı oldu. 'Demir Leydi' olarak bilinen Muhafazakar Partili Margaret Thatcher İngiltere'yi 1979-90 yılları arasında yönetmişti. Thatcher, Britanya siyasi tarihinin en tartışmalı ve en etkileyici siyasetçilerinden biriydi. [1]

13 Nisan 2013 Cumartesi

Tarihi Kuleye Asansörle Çıktım!

Sevinç Ödül PATIR

Galata Kulesi, İstanbul’da ki tarihi yarımadanın en önemli sembollerinden birisidir. Tarihi yarımadanın pek çok yerinden görebildiğimiz, tarihi kulenin hikayesini de az çok herkes bilir.

507 yılında imparator Lustinianos zamanında inşa edildiği iddia edilmektedir. Aynı zamanda Cenevizliler tarafından İsa Kulesi, Bizanslılar tarafından Büyük Kule olarak anılan yapıya, günümüzdekine yakın şeklini, 1348 yılında Cenevizliler vermiştir. 1509 depreminde büyük zarar gören Kule, devrin ünlü Osmanlı mimarı Hayrettin tarafından onarılmıştır. Ayrıca; Kule, Kanuni Dönemi’nde Kasımpaşa Tersanesi’nde çalıştırılan mahkûm işçiler için hapishane olarak da kullanılmıştır.16 yy.ın sonlarında ise; müneccimbaşısı Takıyeddin Efendi, Kule’nin tepesine bir rasathane kurmuştur.1

Bilindiği gibi bu tarihçenin ardından Galata Kulesi’nin ünü Hezarfen Ahmet Çelebi’nin, Kule’den Üsküdar’a; rüzgarları, hava akımını hesaplayarak gerçekleştirdiği söylenen uçuşuna da dayanmaktadır.

8 Nisan 2013 Pazartesi

Neye Yarar?

Mine YİŞİL

İnsan sıkışmıştır aslında dün ile yarın arasında, unutulur şimdiler hep, ertelenen şimdiler dönülmez dünler olur takvimde. Kopar, kopar hadi ömründen bi sayfa daha neye yarar ki bitiş varken, neye yarar aynadaki görüntün her gün biraz daha çiziliyorsa, neye yarar söylesene toprak olacaksa bu eller, uzanmalı mı sonsuzluğa yoksa boğulmalı mı atamadan kulaç? Sahi, söylesene gözlerim neye ağlıyor bu gece vakti kimsesizliğin kol gezdiği yollarda, kimi arıyor amansızca, pişman mı yoksa geçmişte üstünü binlerce kez karaladığı resimlerden, yoksa unuttuğu benliğinden sonra buldum diye dans ettiği şarkılarda hüzün yok muydu? Öylesine gizlemiş mi gizlerini yani, anlaşılıyor mu derince bakınca gözlerime? Kaçışın bundan be insan bulunmaz bir  yıkım mı, yıkılmış bir buluntu mu? Var mı binlerce insanın karşısına çıkarak haykıracak cesaretin dem vurmasına rağmen esaretin, bileklerin zincire bağlıyken "Evet,  özgürüm de mutsuzum mu"  kelimeleri dökülecek ağzından. Tut be insan, tut o zaman o ağzını, güzelliğe açılmayan ağız konuşsa neye yarar. Elindeki zincirleri gösteren pozlar neye yarar kuşlar özgürce kanat çırparken bu derin maviliğe?  Sahi, sen hiç kayboldun mu derin maviliklerde, hiç kendini dalmış buldun mu o maviliğe aşina sanan gözlerinin aslında sanki denizdeki sonsuzluk işaretine odaklandığını ve hiç vazgeçtin mi her kendine geldiğinde kendinden? Cevabın çoksa eğer bi çayım var ikram edecek, yok diye yalan söyleyeceksen durma be karşımda! Durma! Yıkıl da bozma...

7 Nisan 2013 Pazar

Pera-Galata Gezi Notları

Gözde TÜTMEZ

5 Nisan’da çalışma grubumuzla Doç. Dr. Namık Sinan Turan hocamız eşliğinde yaptığımız Pera-Galata gezisi notlarımızın küçük bir özetini paylaşacağım.

Günümüzde Beyoğlu ilçesi sınırları içinde kalan Galata bölgesi İstanbul’daki yedi tepeden biridir. Bizans ve önceki dönemde İstanbul’un yerleşik kısmı dışında kalan iki araziden biridir Galata. İlk olarak Balkan Halkı’nın yerleştiği Galata, 331 yılında İstanbul’un Doğu Roma İmparatorluğu tarafından başkent ilan edilmesi ile pek çok halkı bünyesinde barındırmıştır. Latinler, Cenevizliler gibi toplumları ağırlayan Galata, bir rivayete göre ismini; yaşayan halkın mandıracılıkla uğraşması nedeniyle süt tozundan diğer bir rivayete göre ise tepede olması sebebiyle yokuş kelimesinden almaktadır.

6 Nisan 2013 Cumartesi

Bekleyelim mi?

Büşra KILIÇ

Beklentiler
“Beklenti nedir?” diye bir soru sorsam cevaplayabilir misiniz? Yahut cevap olarak kurduğunuz cümleye “Cevap budur.” diyebilir misiniz? İnsanın hayattan, başka bir insandan ya da bir kitabın sonundan beklentileri olabilir. Bu beklentiler insan insana ve dakikadan dakikaya değiştiği için tek bir tanımı yapılamaz ve anlamı anlaşılmaz bana göre. (Anlaşılsa beklenti olmaz tıpkı şairin yalnızlığa yaptığı tanım gibi.) Tabi bunlar bana göre ama belki size göre gerçekten net bir tanımı vardır ya da bir tanımının olup olmamasına kafa yormuyorsunuzdur. “Duyguların tanımı mı olurmuş?” diyenleriniz benim saçmaladığımı düşünürken, “Ya beklenen şey işte ne uzatıyorsun.” diyenleriniz yine saçmaladığımı düşünüyordur. Ama benim beklentim de benimle aynı düşünen en az bir kişi tarafından okunmak, belki biraz övülmek, olumsuz eleştirileri objektifçe anlayabilmek olduğu için kendimce tanımlamalar yaptım.

31 Mart 2013 Pazar

Müziğin Felsefesi Olur Mu?


Fahri DANIŞ 

Müzik ve felsefe; yan yana düşünüldüğünde birbirinden o kadar uzak olmayan kavramlarmış gibi geliyor kulağa, en azından benim için.. Peki gerçekten aralarında bir ilişki olduğu söylenebilir mi? Müzikle düşünmek mümkün müdür yahut düşünmenin yerine daha “içli” bir şeyler konabilir mi? 

Felsefenin bir “bilgelik arayışı” olduğu varsayımından yola çıkarsak etrafın biraz daha aydınlanacağını düşünüyorum. Bu bağlamda; insan için hayatın kilit noktalarından biridir bence “aramak” fiili. Hayatını aramak üzerine kurarsın çoğu zaman, bilinçli ya da bilnçsiz, ararsın da, fakat neyi aradığını bilememen senin arayışını anlamlandıran noktadır aslında. O “şey” her neyse artık, oralarda bir yerlerde durmaktadır ve senin gelip onu bulmanı beklemektedir. (İşin en güzel yanı ise herkesin “şeyi” farklıdır.) Hiç bulamayacakmışcasına aramak; aslında insanın hiçbir zaman kendini tamamlayamayacak olmasına kadar götürülebilir.[1] İnsan eksiktir, tamamlanmaya muhtaç. Kendi parçalarını aramak ise hayatının anlamı. Beyazıd-i Bistami’nin “Aramakla bulunmaz ancak bulanlar ancak arayanlardır” sözü bu durumu yeterince özetliyor bence.

5 Aşamada Vizelere Nasıl Çalışılır?

Münir ÖZDEMİR


30 Mart 2013 Cumartesi

Fearless

Merve Nur BAYRAKTAR

1900’lü yılların Çin’ini anlatan 2006 yapımı bir film olan Fearless’ın yönetmen koltuğunda Ronny Yu, başrolünde ise Jet Li yerini alıyor. Ne var ki beklediğiniz gibi saf bir aksiyon filmi değil; içinde felsefe, erdem, siyaset ve tüm bunların olduğu yerde elbette bir de aşk var. 103 dakika süren bu yapıt gayet tadında bırakılmış, sonunda keşke bitmeseydi dedirtiyor. Bolca dövüş sahnesi içeren bu filmde, köy hayatı, Konfüçyüs öğretisi, çay pişirme sanatı gibi sakinleştiren imgeler de kullanılarak izleyiciye dinlenme süresi tanınmış. Özellikle köylüler çalışırken rüzgar estiğinde işi durdurup rüzgara selam vermeleri meditasyon etkisi yapıyor. En güzel yanı ise ölümcül dövüş sahnelerinin bile estetik hareketlerle canlandırıldığı Li’nin göz alıcı hareketleri ki tekrar tekrar izlemeye değer doğrusu.

Abartıya kaçmayan ses efektleri ve müzik, verilen duygunun yoğunluğunu artırmış. Müzikle eş zamanlı giden bir dansçı gibi filmdeki olay ve figürlerle oldukça uyumlu kulanılmış. Şimdi biraz da içerden bakmalı bu esere.

28 Mart 2013 Perşembe

Dersimiz Türk Dili ve Edebiyatı

Büşra KILIÇ

Lise yıllarında, dersin boş olmasından sonra en sevdiğim durumdu dersin edebiyat olması. Boyumun değil de dilimin uzunluğundan hep arka sıralara otururdum. Şimdiki halimden pek farklı olmayarak dersleri dinlemediğim gibi arkadaşlarıma da dinletmezdim. Kendime dersten daha sıkıcı uğraşlar edindiğim trajikomik durumlar da olurdu. Almanca derslerinde İngilizce çeviri yapmak, Matematik derslerinde ödevleri başkasından geçirmek vs. Bunları böyle yazınca bir itiraf, geçmişe yönelik bir pişmanlık ve arkasından gelecek tavsiyeler silsilesi gibi oldu cümlem ama bugün tekrar liseye dönsem tekrar “arka dörtlü” elemanı olur ve tekrar aynı hataları yaparım sanırım. “Bugünkü beni yaratan dünkü bendi ve ben şimdi yarınki beni yaratıyorum.” cümlesiyle hava katabileceğim gençlik heyecanım, saçma cümlelerimi uzun yazılara serpiştirebilme huyunu kazandırdı bana.

26 Mart 2013 Salı

Bilinmeyene Değil Gökyüzüne Mektup

Esma ERDAL

Bilinmeyenlerden, bilememekten sıkıldı gönlüm. Kırıldı, bir de yorgun yüreğim. Ne olacak, nereye varacaklardan da usandı, kimi zaman caydı gönlüm. Yollar uzun bir o kadar da inceyken takatsiz kanadı kırık yüreğim… 

Ah yalan dünya yalandan yüzüme ah gülen dünya… Yalandan gülen, yalandan… Ah telaşına kapıldığım dünya, ne bana kalırsın ne bir başkasına. Ne yar olursun ne ana…

Demiş ki zindanların şairi Nazım:

Güzel günler göreceğiz çocuklar
Motorları maviliklere süreceğiz
Çocuklar inanın, inanın çocuklar
Güzel günler göreceğiz güneşli günler
(…)

25 Mart 2013 Pazartesi

Dur Deseydik, İyiydi

Sevinç Ödül PATIR

11 yaşında bir çocuğun babasından tablet bilgisayar istediği bir dünya düzenine hoş geldiniz! Bu tablet bilgisayara sahip küçük kızın bir adet de “netbook” bilgisayarı olduğunu belirtmek isterim.

Benim bildiğim bu tablet bilgisayarlar falan iş insanları için patlak vermişti. İşte gittiğiniz her yerde maillerinizi kontrol edebilirsiniz, her yerde işinizle de ilgilenebilirsiniz tatilinizle de olmadı bilgisayarı her yere taşıma derdinden kurtulmuş olursunuz gibi söylemlerle ortalığı kasıp kavurdu. En azından ben o kadarını anlamışım ya da anlamak istemişim.

11 yaşın istek aralığı birden değişmiş: Rihanna konserleri, tablet bilgisayarlar ve daha nicesi…

23 Mart 2013 Cumartesi

Bir Fincan Kahvenin Kırk Retweet Hatırı Vardır

Esin ENGİN
BİR FİNCAN KAHVENİN KIRK YIL HATIRI VARDIR.
HER FACEBOOK KULLANICISININ ONLARCA ‘ARKADAŞI’ VARDIR.
Geçen cuma, okulumdan yurda dönerken İstanbul trafiğinin azizliğine uğradım. Trafik ışıklarını hesaba katarsak yol kırk beş dakika sürmekte lakin ben tam iki buçuk saat sonra yurduma varabildim. Trafik çilemi sizinle paylaşmamamın sebebi ‘sosyal iletişimsizliğimizi’ anlatmak istemem. Otobüse bindim, Eminönü’nden Karaköy’e geçerken olanlar oldu ve trafik durdu. Ben de aldım telefonumu elime; Tweet’ler attım, Facebook’tan videolar paylaşıp durum güncelledim. Sonunda beklediğim durak geldi, otobüsten indim ve iki buçuk saat boyunca hiç konuşmadığımı fark ettim. Fakat ne paylaşımcıydım, ne konuşkandım sanal âlemde… Size İstanbul’dan onlarca kilometre uzakta oturan arkadaşımın hangi restoranda yemek yediğini söyleyebilirdim fakat yanımda oturanın kıyafetinin rengini hatta cinsiyetini söyleyemezdim.

20 Mart 2013 Çarşamba

Venezüella Büyük Komutanını Kaybetti

Uğur OVACIKLI

Diğer yazılara nazaran sondan başlayalım bu seferki yazımıza. Venezüella gündemini 2012 seçimlerinden sonra sürekli Chavez'in sağlığı oluşturuyordu. Kanser tedavisi gören Chavez bu hastalığı daha önce Küba'da gördüğü tedavi sonucu yenmişti. Fakat, hemen seçimlerden sonra Chavez'in sağlığı yeniden bozulmuştu. 2012 seçimlerinde başkan seçilen Chavez'in bu seçilmişlikten dolayı duyduğu mutluluk çok kısa sürmüştü. Tekrardan 4. kez başkan seçilen ve bu yeni başkanlık döneminin yeminini bile edemeden tekrardan hastaneye kaldırılan Chavez'i zor günler bekliyordu. Chavez Hükümetini bir yandan Chavez'in sağlığı meşgul ederken, otuzun üstünde parti ile koalisyon kuran ve özellikle 2012 seçimlerinde ciddi tehdit olarak görülen Capriles önderliğinde ki kesim de ciddi şekilde hükümete baskı uyguluyordu.

19 Mart 2013 Salı

Yazıya Başlık Bulamadım Belki Ama...

Özgür Can ARAZ

“Bana böyle bağırmaya hakkınız yok” dedim. “Bağırırım öğretmenim ben” diye daha şiddetli bağırdı. “Ne alakası var hanımefendi?” cümlesinin tam neresi olduğunu hatırlamadığım bir yerinde arkamı dönüp gittim. Sanırım yapacak bir şey kalmadığını düşünmüştüm. O bankamatiğin önünde, şimdi simasının tek bir detayını bile hatırlayamadığım o insanla sıfırı tüketmiştik. Bir çözüm sürecine girmemiz için en ufak umut zerresi yoktu. Ne ben onu anlayabilirdim ne o beni anlayabilecek gibiydi.

Aslında şuan burada bunları yazarken biraz çekiniyorum. Bu blogu, en üstte siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler ibaresini gördüğünüzde genel anlamda biraz daha sorgulayıcı, çoğunlukla araştırmaya dayalı bilgiç öğrenci yazılarının bir alanı olarak görebilirsiniz. Haklı da olabilirsiniz. Ben bunun tersine okumaya devam edeceğinizi umduğum bu yazıda laflarımı boşluğa savurur gibi hissediyorum.

16 Mart 2013 Cumartesi

Değişim Nehri'nde

Gülfem SEZEN

Değişim insanoğlu üzerinde hep farklı etki yaratmıştır. Belki kabullenememiştir insan, belki yadırgamıştır, belki yaratmış olduğu bu değişimi henüz kendi de sindirememiştir kim bilir...

Değişen dünya değildir aslında. Değişen insandır, insanın fikirleridir, insanın bakış açısıdır. Öyle ki; Sanayi Devrimi'nde gelişen makineler de, proleter hareket de, sosyalizm görüşü de insan ürünüdür. Yani değişim sadece dünya üzerindeki nesnelerde, somutlarda değil aynı zamanda insan beynindedir. Dün gibi düşünmüyoruz bugün. Yarın da bugün gibi düşünmeyeceğiz. Ama şunu da biliyoruz ki yaşadığımız topluma şekil veren de biziz.

13 Mart 2013 Çarşamba

Kara Posta

Büşra KILIÇ

Kara haber tez duyulur, canımızı yakmayı hiç bekletmezmiş. Sevgiliden mektup getiren kara tren gecikir, belki hiç gelmezmiş. Kara kediler aramızı bozar, sevdiklerimizden ayırırmış. Işığımızı alan her şey, bir renk olan siyahtan bağımsız bir biçimde “kara” ve kirli imiş. Türkçe’de böyle bir siyah ve kara ayrımı yok aslında, eş anlamlı kelimeler statüsündeler ve birbirlerinin yerine kullanılabilirler. Ama kullanılmıyorlar. İmgesel olarak kullanım farklılığı yaratmışız halk arasında karaya. Siyah kelimesini yüreğimizden taşan duygular için fazla “asortik” bulmuşuz belki. Kara kelimesinin bu farklı kullanımı okumayı, yazmayı hatta düşünürken edebi olmayı seven kişiler için çok keyifli. Vapurda iken kara kaplı defterimi açar siyah kalemimle karalamalar yaparım. Siyah kalem gelip geçicidir ama o kara kaplı defter benim neşem ve isyanımdır. Kelimelerimin gittiği adrestir. Birinin eline geçse “Ergene bak” diye dalga geçmesi muhtemel bir defterdir ve işte o ihtimalin üzücülüğü ile komikliği yüzünden karadır, anlamlıdır.

10 Mart 2013 Pazar

Orada Bir Meclis Var Uzakta

Esma ERDAL

Kime ne kadar uzakta? Günlük haber izleme alışkanlığı olan insanların artık bizi dizi takıntısı gibi bir meclis curcunası takıntısı hatta tutkusu da olabilir. Kavga izlemeyi ayırmaktan çok sevdiğimiz, sese gürültüye alışkanlığımız ezeldendir vesselam. Hangi meclis diye soracak olan varsa hala TBMM efendim şu başkent Ankara’da olup halkın temsili devlet memuru yani ‘milletvekillerini’ barındıran bir yer. Bakınırken gündemde ne haber var diye; yine bir meclis kavgası haberi gördüm. Şaşırmadım elbette. Vekilin biri diğerine şöyle demiş vay efendim diğerleri şöyle ayırmış vs.

Oturuma 10 dakika ara…

8 Mart 2013 Cuma

Kadının 'Var'oluş Mücadelesi

Büşra KILIÇ - Sevinç Ödül PATIR

İnsanlık var olduğundan beri, insanlar nasıl var olduklarını merak ediyorlar. Yeni doğmuş bir kuzunun hemen ayağa kalkabildiğini gören insanlar, “Ben nerede yanlış yaptım da emekledim, düştüm, ağladım?” diye kafa yoruyorlar çoğu zaman. Var oluşuna neden bulmak; onu anlamlı kılmak ve boşuna acı çekmediğini kendine kanıtlamak için bir fırsat insanlara. Bu nedenle belki bir kaçış için, belki de belirsizlikten kurtulup önüne bakmak için mitolojilere, dinlere ve bilime (bilim son aşamada maalesef) yöneliyor insanlık. Bir çocuk anne babasına, öğretmenine veya arkadaşlarına nasıl dünyaya geldiğini sorabilir. Peki, genel anlamda “insan” nasıl var olduğunu nasıl öğrenebilir, tanıdığı tüm insanlar cevabı bilmezken? O da gidip Tanrı’sına soruyor işte. Semavi dinlere inanan çoğu kişi insanlığın nasıl var olduğuna dair bir fikir sahibi. İlk insanlar olan Havva annemiz ile Adem babamız, topraktan yaratılmışlar. Hepimiz onların soyundan geliyoruz ve en sonunda özümüz olan toprağa geri döneceğiz. Fakat bazı kaynaklar bildiklerimizin aslında eksik olabileceğini gösteriyor. Belki inandığınız çoğu yerle bir edebilecek belki de yine inanmayacağınız bir bilgi ama İncil’de ve Tevrat’ta Havva’dan başka bir kadından daha söz ediliyor: Lilith.