2 Aralık 2012 Pazar

VIRIDIANA

Merve Nur BAYRAKTAR

“Eğer Peygamber şimdi gelse vahyi filmle yayardı.” Majid Majidi.
1961 yılında Viridiana’nın yönetmen koltuğuna oturarak vahye başkaldırıyor Luis Bunuel. İzleyicilere 90 dakikalık bir seyir sunduğu bu yapıtta gösterim boyunca gerek imgeler gerek bir takım hicivlerle Tanrı fikrini alaşağı etmiş. Bu yüzden çekildiği yıllarda filmin negatiflerinin yok edilmesi emredilmiştir. Ne var ki bu negatiflerin bir kopyası Paris’e gönderilebilmişti. Orada Altın Palmiye’ye layık görülen bu film, ülkesi İspanya’da ancak 17 yıl sonra yani komünist parti yasallaştığında izlenebilmiştir. Viridiana, rahibe okulunu bitirmek üzeredir. Baş rahibenin ısrarı ile yıllarca okul masraflarını ödemenin dışında kendisiyle hiç ilgilenmemiş olan eniştesini ziyarete gider. Viridiana’nın halası yıllar önce vefat etmiştir. Tahmin edileceği gibi bu ziyerette enişte rolündeki Fernando Rey, Viridiana’da kaybettiği eşini bulur. Rey, ona hayatlarını birleştirmeyi teklif eder ve elbette reddedilir. Bunun üzerine uykusunda ona sahip olduğunu söylemesi Viridiana’nın çiftliği terk etmesi için yeterli olmuştu ki Rey’in kendini astığı haberi onu yolundan çevirir. Bu ölümle birlikte Rey’in gayrimeşru oğlu da gelip çiftliğe yerleşir. Viridiana kasabada ne kadar dilenci varsa hepsini toplayıp onlara çiftlikte birer iş verir. Amacı onlara sefaletten uzak Tanrı’ya yakın bir hayat sağlamaktır. Yine de işler düşündüğü gibi gitmez. Buraya kadar ağır aksak ilerleyen film hareket kazanmaya başlar. Dilenci grubun senaryoya dahil olmasıyla birlikte dine ve idealizme gelen hakarete varan eleştirilerle birlikte muntazam bir doğallık da göze çarpar. Bunda Bunuel’in çabalarının katkısı büyüktür. Usta oyunculuklar, hatta içlerinden birinin gerçekten dilenci olması, diğer yandan kostümlerin de sokakta yaşayan insanlardan temin edilmesi filme verilen önemi gözler önüne seriyor. Yaklaşık 20 kişiden oluşan dilenci grubu başta Tanrı’ya ve Viridiana’ya saygılı oldukları izlenimini verirler. Yine de içten içe geçmişte yaşadıkları sefaletten ve imrenmeden doğan gizli bir kızgınlıkları da vardır. Bu dışlanmışlık hissi onları öfkelendirir fakat kendi içlerinde de aynı durum söz konusudur aslında. Hastalıklı olan dilenciyi dışlamaları, birbirlerini aldatıp gammazlamaları da bunu kanıtlıyor. Bu şekilde Bunuel insanoğlunun bencilliğini açık bir şekilde eleştiriyor. İdeal düzen, sadakat gibi duyguların yalnızca birer ideadan ibaret olduğunu anlatmaya çalışıyor. Ne var ki yansıtmaya çalıştığı durum da bir ideadır ve gerçekle yüzde yüz uyuştuğu söylenemez. Bu gizli kızgınlık ve eğlence özlemi sonucu, Viridiana’nın çiftlikte olmadığı bir akşam kendilerine malikânede bir yemek düzenlerler. Yakalandıkları takdirde başlarına gelecek olanın çiftlikten kovulmak olduğunu bile bile bir akşamda sefaletten sefahate terfi etmeye çalışırlar. Lüks örtüler, pahalı şaraplar eşliğinde bir akşam yemeği yenir. Fotoğraf çekilmek üzere masanın bir tarafında toplanırlar. Bu poz Da Vinci’nin “Son Akşam Yemeği” tablosunun bir taklididir. Fotoğrafı çekecek olan dilenci karşılarına geçer ve eteğini kaldırır. Dilenci grup kahkahalara boğulur. Fakat o yıllarda bu sahne Katolikleri küplere bindirmiş olacak ki uzunca bir süre filmin gösterime girememesi de bunu gösteriyor. Akşamın ilerleyen saatlerinde gramofona bir vals plağı konur. İçlerinden biri filmin başında Viridiana’nın temizliği ile özdeşleştirilen gelinliği parça parça ederek üzerine geçirmeye çalışır. Aynı dilenci o sabah iyileştirmek için yanına aldığı yaralı güvercinin tüylerini dans edenlerin üzerine saçar. Burada hem barışın hem de yardımseverliğin simgesi olan güvercinin parçalanmış olması, Bunuel’in bu değerlere ne derece önem verdiğini(!) gösteriyor.


Aynı akşam hizmetçinin küçük kızı taç haline getirilmiş dalları ateşte yakar. İsa tasvirlerini hatırlarsak eğer bu tacın onun başındakine çok benzediğini görürüz. Viridiana ve eniştesinin gayrimeşru oğlu eve döndüklerinde gördükleri manzara karşısında şaşkınlıktan ziyade öfkeye kapılırlar. Tüm dilenciler kendilerini kurtarmak için ayrı ayrı kaçışırlar. Sona kalan iki dilenciden biri Viridiana’nın kuzenini bağlar, diğeri ise Viridiana’ya tecavüz etmeye yeltenir.

Filmin başında hizmetçinin kızının ip atlama sahnesi üzerinde uzunca bir süre durulur. O ip Rey’in Viridiana’dan aldığı red cevabı üzerine kendini astığı iptir. Tecavüz sırasında ise Viridana’nın elinden aynı ipin kayması dikkat çekiyor. Kuzeni, Viridiana’yı kurtarır. Ne var ki güvercin, taç ve gelinlik gibi Viridiana’nın değerleri de yaşadıkları karşısında zarar görmüştür. Sonunda bir yanı derin bir mutsuzluk içinde değerlerinden, örtülerinden sıyrılır. Üvey kuzeninin odasında onunla kağıt oynarken bulur kendini. Gösterim boyunca kullanılan imgeler yerini bulmuş ve Hristiyanlık dinine ait her ne varsa yok edilmiştir. Fakat olaylara biraz daha geniş açıdan bakıldığında ettikleri ihanet sonucu dilenci grubu dağılmış, yaşama imkanı buldukları rahat hayatı ellerinden kaçırmışlardır. Viridiana ise kendini ömrü boyunca boyunduruğu altında kalacağı kuzenine bırakmıştır. Hümanist bir anlayışla insanın Tanrı’ya meydan okuduğu bu yapıtta bile insanoğlunun kazandığını söylemek güç. Viridiana dilencileri kurtarmadığı gibi kendisi de değişmiştir. Peki suçlu kim? İncil mi? Merhameti sembolize eden İsa mı? Yoksa vicdanını susturup top yekün haksızlık üzerine kurulu düzene boyun eğen bizler mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder